
Yerel siyaseti asla yabana atmamalı...

Türkiye’de yerel yönetimler, vatandaşın günlük yaşamını doğrudan etkileyen hizmetlerin merkezindedir. Kaldırımından çöp toplanmasına, su hizmetlerinden imar planlarına kadar belediyelerin görev ve yetki alanları geniştir. Ancak bu kadar hayati bir rol üstlenen yerel yönetimlerin işleyişi ve seçim süreçleri, uzun süredir yapısal sorunlar, siyasi kutuplaşma ve liyakat eksikliğiyle gölgelenmektedir.
Belediyecilik, ideolojik kamplaşmalardan arındırılması gereken bir hizmet alanıdır. Ancak bugün birçok belediye seçimi, ulusal siyasi iklimin bir yansıması olarak, projelerden çok kutuplaşma üzerinden yürümektedir. Oysa yerel yönetimlerde asıl olan:
Kimin neyi daha iyi yapabileceği,
Hangi adayın somut çözüm önerileri sunduğu,
Halkın hayatını kolaylaştıracak plan ve projelerin hangileri olduğu
gibi kriterler olmalıdır. Seçmen tercihi de bu temel üzerinden şekillenmelidir.
Partilerin aday belirleme süreçleri büyük oranda merkeziyetçi ve kapalı kapılar ardında yürütülüyor. Oysa yerel adaylar, öncelikle o şehirde veya ilçede yaşayan halkın onayını almalıdır. Bunun için:
Parti içi ön seçimlerin yaygınlaştırılması,
Yerel halkın öneri ve şikayetlerine dayalı aday değerlendirme sistemlerinin kurulması,
STK’ların, meslek odalarının ve muhtarların sürece dahil edilmesi gereklidir. Böylece halktan kopuk, sadece parti merkezlerinin tercih ettiği isimlerin önüne geçilebilir.
Belediyeler, sadece siyasi sadakatle belirlenmiş kadrolar tarafından yönetildiğinde ortaya çıkan sonuç; verimsizlik, kayırmacılık ve israf oluyor. Yerel yönetimlerin daha işlevsel ve adil olabilmesi için:
Teknik bilgi ve deneyime sahip profesyonellerin yönetimde yer alması, Atamalarda kariyer ve uzmanlık şartlarının aranması, Belediyelerin denetim mekanizmalarının bağımsızlaştırılması gibi adımların atılması elzemdir.
Belediyeler, vatandaşın ödediği vergilerle hizmet sunan kurumlardır. Bu nedenle harcadıkları her kuruşun hesabını vermeleri gerekir. Ancak şeffaflık çoğu zaman sadece seçim vaatlerinde kalmakta, gerçek uygulamaya geçmemektedir. Yapılması gerekenler:
Tüm harcamaların düzenli ve halka açık bir şekilde paylaşılması, Belediye meclis toplantılarının canlı yayınlanması, Denetim raporlarının kamuoyuna sunulması gibi uygulamaların zorunlu hale getirilmesidir.
Modern belediyeciliğin temelinde, halkın yönetime katılması yatar. Türkiye’de ise yurttaşlar çoğu zaman sadece oy verdikten sonra süreçten dışlanıyor. Oysa:
Mahalle meclisleri, Dijital katılım platformları, Düzenli halk buluşmaları gibi uygulamalarla vatandaşın karar alma süreçlerine doğrudan katılımı sağlanmalıdır. Böylece halk kendisini sadece seçmen değil, aynı zamanda yönetici olarak da hisseder.
Ne yazık ki birçok siyasetçi için belediye başkanlığı, “bir üst makama sıçramanın” aracı olarak görülüyor. Bu durum, yerel yönetimlerin bir kariyer basamağına indirgenmesine ve uzun vadeli projelerin göz ardı edilmesine neden oluyor. Belediye başkanlarının temel amacı: Şehri daha yaşanabilir hale getirmek, Sorunlara kalıcı çözümler üretmek, Sosyal adaleti sağlamak olmalıdır. Bu anlayış, uzun vadeli vizyon ve sorumluluk bilinciyle birleştiğinde gerçek belediyecilik ortaya çıkacaktır.
Türkiye’nin daha demokratik, daha katılımcı ve daha yaşanabilir şehirler yaratabilmesi için yerel siyasetin kalitesini artırmak zorundayız. Bu sadece siyasi partilerin değil, her vatandaşın ortak sorumluluğudur. Belediye seçimlerine bakışımızı; "kim kazanacak" değil, "kim daha iyi yönetecek" sorusu üzerine kurabildiğimiz gün, yerel demokrasi gerçek anlamını bulacaktır.