
Özgür Özel’in yüzleşme vakti

Cumhuriyet Halk Partisi, 100 yıla yaklaşan tarihinde pek çok fırtına gördü. Darbeler, bölünmeler, lider değişimleri, büyük seçim mağlubiyetleri. Ama son günlerde yaşananlar, hepsinden farklı bir tehlikenin ayak seslerini taşıyor: Parti içinden yükselen çürüme, sessizliğin meşrulaştırdığı ahlaki erozyon ve saygı kültürünün yerini alan linç siyaseti. Bugün gelinen noktada CHP’nin sadece ideolojik değil, ahlaki ve yapısal bir kırılma yaşadığını söylemek abartı değil. Çünkü hem dışarıdan hem içeriden yönelen yıkıcı saldırılara karşı, partinin refleksleri felç olmuş durumda. Bu felcin en çarpıcı örneği, Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı yürütülen organize linç kampanyasıdır.
Sadece bir tercih değil
Kemal Kılıçdaroğlu bu partide 13 yıl boyunca genel başkanlık yaptı. Türkiye’nin en zor dönemlerinde, iktidarın tüm aygıtlarıyla hedef aldığı bir dönemde partiyi ayakta tutmaya çalıştı. Eleştiri elbette olur; ancak şu günlerde sosyal medya mecralarında dolaşan ve “Bu adamı bir elektrik direğine assak” gibi açıkça nefret suçu barındıran ifadelerin hiçbir CHP yöneticisinden tepki görmemesi, sadece bir ihmalkârlık değil, bir vicdan sorunudur.
Bu sözler, yalnızca Kılıçdaroğlu’nu hedef almıyor; CHP seçmeninin, partinin geçmişine saygı duyan insanların sinir uçlarını da test ediyor. Ancak partiyi yönetenler bu linç kampanyasına karşı ya ürkek ya da bilinçli bir suskunluk içindeler.
Kimileri bu trollerin Ekrem İmamoğlu ve Murat Ongun’un bilgisi dahilinde organize edildiğini iddia ediyor. Televizyon ekranlarında gazeteciler açıkça bu yapıları “internet faresi”, “lağımda gezen çeteler” diye tanımlarken, partinin genel merkezinden hâlâ çıt çıkmıyor.
Peki bu neden oluyor?
Yanıtı belki de son günlerdeki rüşvet soruşturmalarında aramak gerek. Çünkü bu soruşturmalar artık sadece bazı belediye başkanlarının tutuklanmasıyla sınırlı değil. Asıl kırılma noktası, itirafçı Ali İhsan Aktaş’ın ifadeleri oldu. Bu ifadeler sonrasında, CHP Parti Meclisi Üyesi Baki Aydöner’in tutuklanması, olayın çapını bir anda değiştirdi. Bu tutuklama, soruşturmanın CHP Genel Merkezi’nin kapısına kadar dayandığını gösteriyor. Yani artık söz konusu olan yalnızca bazı ilçe belediyelerindeki etik dışı ilişkiler değil; bizzat CHP’yi Ankara’dan yöneten yapıların, “rüşvet” başlıklı dosyalarda yer alması.
Peki şimdi bu durumda partinin yönetimi ne yapıyor? Yine sessiz.
Parti kulislerinde konuşulanlara göre; bir korku duvarı örülmüş durumda. Özellikle Ekrem İmamoğlu ve Murat Ongun’un kurduğu medya düzeni, bu yapı içindeki bazı yöneticiler üzerinde psikolojik baskı yaratıyor. Birçok yönetici, cezaevinde olan isimlerin bile hâlâ etki gücüne sahip olduğunu düşünüyor.
Bu atmosferde, ne MYK üyeleri konuşabiliyor ne de Parti Meclisi. Olan biteni izleyen bir Özgür Özel var. Liderliğinin meşruiyetini tabandan almak yerine, yukarıdan dayatılan bir suskunluk protokolüyle hareket ediyor. Bu, sadece liderlik zafiyeti değil, aynı zamanda CHP’nin en temel değerleri olan “halkçılık”, “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” ilkelerinin çiğnenmesidir.
CHP yalnızca bir parti değildir; Türkiye’nin tarihsel vicdanıdır. Bu vicdan, kendi içindeki yolsuzlukları örtmek, önceki liderine yönelik linç girişimlerine göz yummak ve medya trolleriyle toplum mühendisliği yapmak gibi davranışlarla asla bağdaşmaz. Eğer CHP, suskunluğu ve hesap vermeme kültürünü yeni norm haline getirirse, sadece kendi geleceğini değil; muhalefetin tamamını, demokratik umudu, koca bir siyasi mirası da beraberinde çökertir.
Son söz;
CHP’nin gerçek bir değişime ihtiyacı varsa bu, sadece yüzlerin değişmesiyle olmaz. Bu değişim;
Ahlaki bir duruşla, saygı kültürünü yeniden inşa ederek, linç kültürüne karşı çıkarak, yolsuzluklara karşı kendi iç muhasebesini yaparak ve her şeyden önce korkmadan konuşarak olur. Kemal Kılıçdaroğlu’na sahip çıkmak, sadece bir kişiye değil, CHP’nin hafızasına, ilkesine ve onuruna sahip çıkmaktır. Ve unutmayalım: Susmak bazen sadece suç ortaklığı değil, geleceğin utancıdır.