Damga Gazetesi İmtiyaz Sahibi, gazeteci-yazar Mehmet Mert, ilk kitabı Manşete Giden Yol için TÜYAP Kitap Fuarı’nda düzenlenen söyleşi ve imza gününde okurlarıyla buluştu. Söyleşiye; Büyükçekmece Kaymakamı Ali İkram Tuna, Beylikdüzü Kaymakamı Bülent Karacan, CHP İstanbul eski Milletvekili Ali Şeker, Büyükçekmece Belediyesi Başkanvekili Hakan Çebi, Ak Parti Esenyurt İlçe Başkanı Togay Çoban, Ak Parti Beylikdüzü İlçe Başkanı Mustafa Necati Işık, Silivri eski Belediye Başkanı Selami Değirmenci, Çatalca eski Belediye Başkanı Fırat Aykut, çok sayıda davetli katıldı. Yaklaşık iki saate yakın süren söyleşide Mehmet Mert, günümüz medyasının geldiği noktayı, dijitalleşmenin yarattığı dönüşümü, dezenformasyon tehlikesini, birey olmanın önemini, genç gazetecilere yönelik eleştirilerini ve kitabının ortaya çıkış hikâyesini örnekler, anılar ve uzun değerlendirmeler eşliğinde anlattı.

Birer medya üreticisiyiz
Konuşmasına medyanın artık yalnızca gazetecileri değil toplumun tamamını ilgilendirdiğini vurgulayarak başlayan Mehmet Mert, “Bugün sizlerle, hepimizi doğrudan ilgilendiren bir konuyu konuşacağız: Günümüz medyası ve bu medyanın bireyler ile toplum üzerindeki etkileri. Artık her birimiz, sadece bir medya tüketicisi değil, aynı zamanda birer medya üreticisiyiz. Bu nedenle medyayı anlamak, günümüzün en önemli becerilerinden biri hâline geldi. Son 20 yılda, medya dünyasında çok büyük bir dönüşüme tanıklık ettik. Geleneksel medya dediğimiz televizyon, gazete ve radyonun hüküm sürdüğü dönem yerini dijital medya süreçlerine bıraktı” dedi.
Medyanın tarihsel yolculuğu
Medyanın tarih boyunca geçirdiği dönüşümü örneklerle anlatan Mert, Sezar döneminden Osmanlı’ya, matbaadan dijital mecralara uzanan süreci şu sözlerle aktardı: “Tarih boyunca medya çok şekil değiştirdi. Mesela Sezar, aldığı toplantı kararlarını rahipler aracılığıyla halka ulaştırırdı. Sonra tellallar, davulcular, sokak çağrıcıları çıktı. Osmanlı döneminde mektupla haberleşmeler vardı. Matbaanın bulunmasıyla basılı gazeteler ortaya çıktı. Ardından radyo, televizyon, telgraf geldi. Ve son 25 yıldır dijital mecrayla tanıştık. İnsanlık tarihi binlerce yıl ama son 25 yılda neredeyse senede 23 kez çağ atlıyoruz arkadaşlar.”
Hibrit muhabir meselesi
Pandemi döneminde sıkça dile getirdiği “hibrit muhabir” kavramına değinen Mehmet Mert, Washington Post örneğini vererek, “Pandemi döneminde bu tür söyleşilerde hibrit muhabirleri anlatıyordum. Hibrit muhabir dünyada ilk defa Washington Post’ta çıktı. Hibrit muhabir normal bir muhabirin üzerine günde 30-40 haber yazabiliyor, makale yazabiliyor, anında haberleri hissedip yorumlayabiliyor, öz eleştiri yapabiliyor. Oysa en çalışkan muhabirimiz günde en fazla 2-3 haber yazabilir, günde bir makale yazabilir, ayda 3-5 dosya haber çıkarabilir” diye konuştu.
Dezenformasyon büyüdü
Dijitalleşmenin habercilikte ciddi sorunları da beraberinde getirdiğini vurgulayan Mert, hız ve tıklanma baskısına dikkat çekti. “Dijitalleşmenin en büyük riski ise dezenformasyon. Yalan haberin yayılması artık saniyeler alıyor” diyen Mert, “Bot hesaplar, manipülatif içerikler, filtrelenmiş videolar. Bazen bir görüntünün doğru mu yanlış mı olduğunu anlamak bile uzmanlık gerektiriyor. Bu nedenle doğrulama platformları büyük önem kazandı. Artık bir haberi okurken “doğru mu?” sorusu, en az içerik kadar önemli. Bugün her birimizin sosyal medya akışını belirleyen görünmez editörler var: algoritmalar. Bize ilgi alanımıza göre içerik gösteriyorlar; ama bunun bir bedeli var: Filtre balonları. Yani, sürekli benzer düşüncelere maruz kaldığımız bir dijital dünyada yaşıyoruz.
Bu da toplumda kutuplaşmayı, farklı düşüncelerin birbirini duymamasını beraberinde getiriyor” ifadelerini kullandı.
Beni öldürmüşler!
Dezenformasyonun bireysel hayatta nasıl sonuçlar doğurduğunu yaşadığı bir anıyla anlatan Mehmet Mert, salondan tebessüm alan şu sözleri paylaştı: “Beni 2-3 sene önce Facebook’ta öldürmüşler arkadaşlar. İSKİ’ye gittim, bir hanımefendi beni görünce sarıldı, ağladı. ‘Seni Facebook’ta öldü diye gördük, kocamla birlikte ağladık’ dedi. Rüyada yaşadıklarımızı sadece biz görürüz ama sosyal medyada milyonlar görüyor. Her an herkes bu dezenformasyonun mağduru olabilir.” Konuşmasının geniş bölümünü birey olma kavramına ayıran Mert, toplumun temel sorununun burada yattığını vurguladı. Mert, “Bu toplumun kurtuluşu birey olma ehliyetinden geçer. Önce birey olacaksın. Sonra evleneceksin, siyaset yapacaksın, gazeteci olacaksın. Birey olmayı başaramazsan sana satılık medya da dayatırlar, şantajcı medya da” dedi.
Medyanın hali hal değil
Medyanın geldiği noktayı sert sözlerle eleştiren Mehmet Mert, “Arkadaşlar, son 30 yıldır adam gibi bir gazetecilik, televizyonculuk, habercilik göremiyoruz. Neden? Çünkü birey olmayan bir toplumdan geliyoruz. Doğruyu yanlışı ayırt edemeyen topluma satılık medya dayatırlar, satılık kulüp dayatırlar, şantajcı medya dayatırlar. Medya sadece bir kamusal hizmet değil, aynı zamanda bir ekonomi. Dijital çağda gelir modeli büyük oranda tıklanma, izlenme ve reklam üzerinden yürüyor. Bu durum, içeriklerin kalitesini etkiliyor. Doğruluk, tarafsızlık, kaynak güvenilirliği gibi kavramlar dijital çağda yeniden sınavdan geçiyor” diye konuştu. Gençlere seslenen Mert, gazetecilikte fark yaratmanın artık zorunluluk olduğunu söyledi. Mert, “Diploma yetmiyor arkadaşlar. Daha çok çalışacaksınız, daha derine ineceksiniz, herkesin aklına gelmeyeni bulacaksınız. Yoksa bu meslekte ayakta kalamazsınız” uyarısını yaptı.
Medya okuryazarlığı şart
Medya okuryazarlığının şart olduğunu anlatan Mehmet Mert, “Ben tabii elektriksiz bir köyde doğdum. Elektrikle 10-11 yaşında tanıştım. Televizyonla radyoyla çok geç tanıştım. Şimdi aranızda benim yaşıma yakın benim yaşımın üzerinde olanlar var ama özellikle arkada oturan gençlere seslenmek istiyorum hakikaten. Yani bir empati yapabiliyor musunuz? Mesela 50 sene sonra ne olacak bizim hayatımız? Hadi, biz çocuklarımızı biraz idare edebiliyoruz. Biraz, kollayabiliyoruz. Siz internet dünyasına dijital çağda doğan çocuklar empati yapabiliyor musunuz? İşte bunun için soruyorum. Bugün medya okuryazarlığı dersi var. Üniversitelerde okutulan 2007’den itibaren bazı liselere de alınan arkadaşlar. Gençler. Büyüklerinden talep etsin, büyükler çocuklarına, ailesine, medya okuryazarlığı dersini lütfen önemseyin” ifadelerini kullandı.
AKLIMIZI TESLİM ETMEYELİM!
Genç gazetecilere tavsiyelerde bulunan Mehmet Mert şöyle konuştu; “Aklımızı açık tutalım arkadaşlar. Aklımızı kimseye teslim etmeyelim. Yine notlarımdan yürüyorum mesela Sokrates M.Ö. sanırım 70 yılında. Yunan meclisi tarafından zehirlenerek öldürülmeye karar verildiğinde o zamanki Sokrates'in öğrencisi Platon demiş ki demokrasi hiç iyi bir şey değil. Çünkü demokraside iyi doğruyu güzeli seçemezsiniz. Çapulcuların istediği olur demiş. Çünkü 270 kişilik Yunan meclisi Sokrates ölümle cezalandırdı. Sokrates'i cezaevinden kurtarmaya çalışan arkadaşlarına Sokrates dedi ki 'Ben öleceğim, çünkü benim kurtuluşum bu insanlığa bir şey veremez. Ama benim ölümüm belki insanlığa bir katkı sunabilir, demokrasiye katkı sunabilir, özgürlüğe katkı sunabilir'.”
BARONLARIN ELİNE GEÇTİ!
Ülkelerin gelişmişlik seviyelerinde medyanın rolü olduğunu anlatan Mehmet Mert, “Yüzde 99 rolü var. Çünkü bakın medya bir algı operasyonudur. Mesela Napolyon bir yeri keşfetmeye gitmeden önce oraya. Matbaa götürülmüş 18. Yüzyılda. Oraya gazete kurarmış o keşfedeceği. Ele geçireceği yerle yerin etrafına kendini anlatırmış. Güzelliklerini ben de sizdenim sizin yanınızdayım. Sizi güzelleştireceğim, hayatınızı güzelleştireceğim. Dolayısıyla daha kolay amacına ulaşıyormuş. Mustafa Kemal Atatürk radyoyu ülkeye getirdiği zaman. Radyo ailelerde evlerde dinlensin diye 11 sene radyodan kendi sesini vermedi. Siyaset yapmadı. Manipülasyon yapmadı, dezenformasyon yapmadı. Halk radyoyu evde dinledi. Ajansları dinledi, müzik dinledi, sanat dinledi. Sonra Mustafa Kemal Atatürk fikirlerini oradan insanlara vermeye başladı. Bana bazen sorarlar medyanın. Sarı öyküsü nedir diye? Medyanın sarı öküzü 1979 yılında Aydın Doğan'ın Milliyet’i satın almasıdır. Yani medyanın para baronlarının rant baronlarının ihale baronlarının eline geçmesidir. Dünün o gazetecisi haber için ömrünü veren Uğur Mumcular, Abdi İpekçi’ler… Bugün artık halkın değil, patronun sesi olmaya başladı. Siz halkın hakkını medyada korumazsanız. Bu toplumdan bilim adamı çıkmaz sporcu çıkmaz, gazeteci çıkmaz, eğitimci çıkmaz. O zaman biz ne yapalım? Biz etrafımızda gazeteciliğin hakkını veren insanları koruyacağız, kollayacağız, takip edeceğiz. Ha bu saatten sonra biraz zor çünkü bugün medyanın yüzde 90’ı iktidarın kontrolünde ama en azından yüzde 10’u onu doğru kullanabiliriz veya yüzde 10’un küçülmesine değil, yüzde 10’un büyümesine katkı sunup doksanın azalmasına katkı sunabiliriz” diye konuştu.
BU KİTAP BİR HAYATIN ÖZETİ
Mehmet Mert söyleşinin ardından 'Manşete Giden Yol' isimli kitabını imzaladı. İmza için kuyruklar oluştu. Kitabının içeriğine değinen Mert, “Bu benim ilk kitabım. İçinde 35 yıllık bir gazetecinin birikimi, 55 yıllık bir Anadolu çocuğunun anıları var. Notlar var, hikâyeler var. Gazeteci olmak isteyenler için de, ‘Bu adam ne yazmış?’ diye merak eden herkes için de yazıldı. Annemin hikâyeleri var, annem hala yaşıyor. Allah başımızdan eksik etmesin. Gelmişken istedim ki cebinize bir şeyler koyup gidin” dedi.




