28075 kere evet
Nikâh masasında sorulan soru kısa.
“İyi günde, kötü günde… kabul ediyor musunuz?”
Kimse detayları önemsemiyor,tıpkı banka kredisi için atılan sayfalarca minnacık puntolarla yazılan sözleşmeler gibi.
Alt maddeler yok çünkü.
Oysa o masada sadece bir kişiye değil,
hayata 28075 kere evet deniyor.
Yüzük takılırken kimse şunu söylemiyor mesela:
Bu evlilikte;
okul servislerine,
bez fiyatlarına,
pazardaki etiketlere,
boş cüzdanla eve dönmeye de
“evet” demen gerekecek.
Ama insan bilerek oturuyor o sandalyeye.
Cesaretle.
İstekle.
Bu yüzden bu dönemde evlilik, romantik bir masaldan çok şahane
mücadeleye atılan kahramanca bir imzadır. Görüntüsü bir yüzük de olsa yankısı 28075 kere evet...
Sahne 1 – Nikâh Masası
Alkışlar, fotoğraflar, gülümsemeler…
Henüz kimse
“idare ederiz” cümlesinin
bu evde kaç kez kurulacağını bilmiyor.
Sahne 2 – Yeni Doğan Bebek
İlk ağlama mucize.
İlk alışveriş panik.
Bez mi, mama mı, ikisi birden mi?
Bebek küçücük,
ama masraflar yetişkin.
“Altından kalkarız” diyorsun.
Bir evet daha.
Sahne 3 – Okula Giden Çocuk
Çocuk ayakkabısını giyiyor.
Sen hesap makinesini düşünüyorsun.
Servis ücreti söyleniyor,
sen refleksle başını sallıyorsun: Evet.
Defter sayısı artıyor,
harçlık küçülüyor.
Çocuğun “anne sen alma” demesi var ya…
İşte orada
28075 evetin yarısı boğazına düğümleniyor.
Sahne 4 – Pazar Yeri
Tezgâhlar renkli.
Yüz asık.
Meyveye sebzeye gülümseyemiyorsun.
Satıcı soruyor:
“Başka?”
Sen içinden sayıyorsun:
Bugün kaçıncı evet bu?
Poşet hafif,
cüzdan boş,
tahammül 28075 ile sınırlı.
Sahne 5 – Ev İçi Sessizlik
Kimse bağırmıyor.
Bu iyi sanılıyor.
Oysa sessizlik,
yorgunluğun kibar hâli.
Biri susuyor çünkü yetemiyor,
öteki susuyor çünkü tartışmaya mecali yok.
Tahammülsüzlük eve bağırarak değil,
faturayla giriyor.
Sonra birileri çıkıp soruyor:
“İnsanlar neden bu kadar gergin?”
Cevap basit aslında.
Çünkü bu ülkede
evli, bekar, çocuklu, çocuksuz herkes
her sabah hayata
28075 kere evet demek zorunda kalıyor.
Sahne 6 - İşverenin Karamsarlığa
Sabah kapıyı açıyor.
Işıkları yakıyor
Ticarethane çalışsın diye önce kendi içini susturuyor.
Ücret günü yaklaşıyor,
vergi günü zaten hiç uzaklaşmıyor.
Bir yandan çalışanının geçimini düşünüyor,
bir yandan kendi ayakta kalma hesabını.
Herkes “zam” diyor,
o “nasıl” diye soruyor.
Çünkü işveren olmak da,
herkesin sandığı gibi sadece “veren” tarafta durmak değil.
O da her ay
kiraya, stopaja, sigortaya,
beklenmeyen masrafa
28075 kere evet demek zorunda.
Kâr diye bilinen şey,
çoğu zaman sadece
bir sonraki aya nefes almak demek.
Ve kimse şunu sormuyor:
Ayakta kalmaya çalışan bir işverenin
tahammülü nerede tükeniyor?
Ve kimse şunu sormuyor:
Bir insan,
bir gün olsun
“hayır” deme hakkına sahip değil mi?
Ben nikâh memuru olsam,
“İyi günde, kötü günde…” diye sormazdım.
Şunu sorardım:
“28075 kere ‘evet’ diyeceğin konulara hazır mısın?”
Okul servislerine,
pazarda gülümseyemediğin meyvelere,
gece ateşlenen bebeğe,
boş cüzdanla eve dönmeye,
susarak idare etmeye…
Cevap evetse, imza atılır.
Çünkü o imza,
sadece bir kişiye değil,
hayata atılır. Yeni güne, yeni umutlara, yeni bir güneşi selamlamaya ve herşeye rağmen kendin için gülümsemeye evet, susmaya 28075 kere hayır