Venezuela krizinde son perde!
Bu mesele, yüzeyde bir tanker baskını gibi görünse de gerçekte küresel iktidarın kimin elinde olduğuna dair çıplak bir hatırlatmadır. Amerika Birleşik Devletleri, Venezuela açıklarında ikinci bir petrol tankerine daha el koyarak, dünya düzeninde hukukun değil gücün geçerli olduğunu bir kez daha ilan etmiştir. Bu bir “operasyon” değil, bir irade gösterisidir. ABD, bu hamleyle yalnızca Venezuela’yı değil, bütün dünyayı hizaya sokmuştur: Petrol kimdeyse, denizler kimindir sorusunun cevabını fiilen vermiştir.
Venezuela bu tabloda özne değildir; nesnedir. Egemenlik iddiaları, uluslararası hukuk söylemleri ve korsanlık suçlamaları yalnızca zayıfın sığınağı olan kelimelerdir. Güç sahibi olan devletler kelimelerle değil, donanmayla konuşur. ABD donanması Venezuela açıklarında durdurduğu tankerle, “izin almadan ticaret yapamazsın, gelir elde edemezsin, nefes alamazsın” demiştir. Bu, diplomasi değildir; itaat tesisidir.
Venezuela’nın petrolü, Caracas yönetiminin değil, fiilen Washington’ın denetimindedir. Çünkü modern dünyada bir kaynağa sahip olmak yetmez; onu pazara çıkarabilme kudretine sahip olmak gerekir. ABD, yaptırımlar yoluyla Venezuela’nın bu kudretini sıfırlamış, tankerleri durdurarak da bu gerçeği deniz üzerinde mühürlemiştir. Bu noktadan sonra Venezuela’nın petrolü vardır ama geliri yoktur; toprağı vardır ama hâkimiyeti yoktur.
ABD’nin ileri sürdüğü gerekçeler – yaptırımlar, kara para, narko-terörizm – meselenin özü değildir. Bunlar meşruiyet kılıflarıdır. Asıl gerçek şudur: ABD istemediği sürece Venezuela hiçbir varlığını küresel sisteme sokamaz. Tankerlerin bayrağı, sicili, hukuki statüsü önemsizdir. ABD’nin “dur” dediği gemi durur; “el koydum” dediği yük artık onun denetimine girer. Bu, uluslararası hukukun askıya alındığı değil, kimin hukukunun geçerli olduğunun netleştiği bir durumdur.
Venezuela yönetiminin bu durumu “korsanlık” olarak tanımlaması çaresizliğin ifadesidir. Korsanlık, gücü olmayanın gücü olana yönelttiği bir ithamdır. Tarih boyunca korsan ilan edilenler, çoğu zaman sadece kaybedenler olmuştur. Kazananlar ise yaptıklarını “düzen sağlama”, “güvenlik” ve “istikrar” olarak adlandırır. ABD bugün aynen bunu yapmaktadır.
Bu baskınlar aynı zamanda diğer devletlere verilmiş açık bir mesajdır: ABD yaptırımları kağıt üzerinde değil, denizlerde, fiiliyatta, silahla uygulanır. Kim bu yaptırımları delmeye kalkarsa, onun ticareti kesilir, gemisi durdurulur, malına el konur. Bu bir uyarı değil, önceden verilmiş bir hükümdür.
Bölgesel ya da küresel tepkilerin bu tabloyu değiştirme gücü yoktur. Latin Amerika’daki dayanışma açıklamaları, uluslararası forumlardaki kınamalar, hepsi güç dengesi karşısında etkisizdir. Çünkü bu mesele ahlaki değil, stratejiktir. ABD, Venezuela’yı zayıflatmakla kalmamakta; Çin’e, Rusya’ya ve diğer rakiplerine de “arka bahçemde kuralları ben koyarım” demektedir.
Enerji piyasaları açısından bakıldığında da tablo nettir. Venezuela’nın sistem dışına itilmesi, arzın kontrolünü daha da merkezîleştirir. ABD için istikrarsızlık bir risk değil, yönetilebilir bir araçtır.
Fiyat dalgalanmaları, belirsizlikler ve krizler, güç sahibi için sorun değil; pazarlık gücünü artıran unsurlardır.
Sonuç olarak bu tanker baskınları bir dönüm noktası değil, mevcut düzenin çıplak ifşasıdır. ABD burada yeni bir şey yapmamıştır; yalnızca gücünü gizleme zahmetine girmemiştir. Venezuela ise bu tabloda direnç gösteren bir aktör değil, cezalandırılan bir örnektir. Mesaj açıktır ve geri dönüşü yoktur:
Küresel sistemde egemenlik, hukuktan değil itaatten geçer. Gücü olan alır, gücü olmayan konuşur. Ve bu düzen, itirazlarla değil ancak başka bir güçle değiştirilebilir.