Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Parçalı az bulutlu
7°
Ara

Güneşimiz var şebekemiz yok

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Güneşimiz var şebekemiz yok

Türkiye, yenilenebilir enerji açısından dünyanın en ayrıcalıklı coğrafyalarından birine sahip. Güneş, yılın büyük bölümünde cömertçe parlıyor; yatırımcılar bu alana yönelmeye istekli; teknolojiye erişim kolay; finansman modelleri gelişmiş. Kâğıt üzerinde bakıldığında, Türkiye’nin güneş enerjisinde bölgesel lider olması için hiçbir engel yok gibi görünüyor. Ancak sahaya indiğinizde tüm bu potansiyelin önüne geçen, büyümeyi frenleyen ve enerjide dönüşümün hızını kesen temel bir gerçek karşımıza çıkıyor: Şebekemiz bu büyümeyi taşımaya hazır değil.

Yatırımcılar aylardır aynı sorunu dile getiriyor: Trafo merkezleri kapasite dolu, bağlantı izni için kuyruklar uzun, mevcut şebeke yeni GES projelerini kaldıracak güçte değil. Bugün birçok bölgede yatırım yapmak isteyen girişimci, “bağlantı kapasitesi yok” cevabıyla geri dönüyor. Bu durum yalnızca yeni santral kurulamaması anlamına gelmiyor; aynı zamanda Türkiye’nin sahip olduğu temiz, ucuz ve sürdürülebilir enerjiyi kullanamaması demek oluyor.
Bir ülkenin güneşi bu kadar bolken, şebekesi bu kadar yetersiz olamaz; olmamalı. Enerjide bağımsızlık söylemlerinin gerçeğe dönüşebilmesi için önce iletim altyapısının güçlendirilmesi şart. Yeni trafo merkezleri, modern iletim hatları, akıllı şebeke yatırımları… Bunlar artık bir tercih değil; bir zorunluluk. Çünkü her gecikme, geleceğimize kesilmiş bir fatura olarak geri dönüyor.

Bugün fosil yakıtlara bağımlılığın devam etmesi, yalnızca ekonomik bir yük değil, aynı zamanda stratejik bir risk. Enerji ithalatına yılda milyarlarca dolar ödeyen bir ülke, elinin altındaki güneşi değerlendiremiyorsa burada ciddi bir planlama sorunu vardır. Üstelik dünya artık çok farklı bir döneme giriyor: Avrupa Birliği’nin sınırda karbon uygulamaları kapıda. Karbon ayak izi yüksek olan her ürün için ihracatçılarımıza ek maliyetler yüklenecek. Yani mesele sadece enerji değil, aynı zamanda rekabet gücü, dış ticaret, sanayi politikası ve ülkenin geleceği meselesidir.

Sektör oyuncuları bu yüzden yıllardır aynı cümleyi tekrarlıyor:
“Bugün vermemiz gereken teşvikler, yarın ödeyeceğimiz karbon cezalarından çok daha küçük.”
Bu uyarı aslında Türkiye için bir yol haritası niteliğinde. Yenilenebilir enerjiye yapılan yatırım, kısa vadede bütçeyi zorlayan bir yük gibi görünse de uzun vadede ülkenin en büyük tasarrufu olacaktır. Enerji arz güvenliği güçlenecek, dışa bağımlılık azalacak, çevresel etkiler minimize edilecek, sanayicinin rekabet gücü artacak.

Bürokrasi ise bu sürecin en ağır zinciri. İzin süreçlerinin karmaşıklığı, farklı kurumların farklı uygulamaları ve uzun bekleme süreleri yatırımcıları yavaşlatıyor. Bir GES projesinin hayata geçmesi için gereken prosedürler sadeleşmediği sürece, Türkiye potansiyelini tam kapasiteyle kullanamayacaktır. Çünkü yatırımcının enerjisi sahada değil, masada tükeniyor.

Eğer Türkiye, gerçek anlamda bir enerji dönüşümü hedefliyorsa, şebekesini güçlendirmeden bu yolculuk yarım kalır. Trafo merkezlerinin güçlendirilmesi, yeni kapasitelerin yaratılması, yenilenebilir projeler için hızlandırılmış ve tek noktadan ilerleyen bir izin mekanizmasının kurulması artık gecikmiş bir zorunluluktur.

Kısacası, güneşimiz var ama onu elektriğe dönüştürecek altyapımız hala eksik. Bu eksikliği gidermek, yalnızca bugünün değil; yarının ekonomik ve çevresel refahını güvence altına almak anlamına geliyor. Türkiye, sahip olduğu en temiz ve en bol enerji kaynağını değerlendirmek için artık daha fazla vakit kaybetmemeli. Çünkü zaman daralıyor, maliyet büyüyor ve rakipler ilerliyor.

Güneş parlamaya devam ediyor. Asıl soru şu: Biz o ışığı ne kadarını elektriğe, ne kadarını geleceğe çevirebileceğiz?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *