Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Az bulutlu
10°
Ara

Bu şehir kimleri dışarıda bırakıyor?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Bu şehir kimleri  dışarıda bırakıyor?

Bunu anlamak aslında zor değil. Taksim’de bir yokuşu tırmanan tekerlekli sandalye kullanıcısını izleyin; Fatih’te bir kaldırımda yürürken bastonuyla hissedilebilir yüzeyi bulmaya çalışan görme engelli birinin tereddütünü fark edin; Üsküdar sahilinde rampası standart dışı bir otobüse binmeye çalışan yaşlıların çabasını görün. 

Hepsi size aynı şeyi gösterir: Bu şehir, bazılarına daha uzak.

Erişilebilirlik, çoğu insanın günlük hayatında fark etmediği bir konfor; ama milyonlarca insan için hayatla bağ kurmanın tek yolu. Bir kaldırım rampasının doğru eğimde olması, bir kavşakta sesli sinyalizasyonun çalışması, bir binanın girişinde kot farkı bulunmaması… Bunlar “detay” olarak görülse de insan onurunu doğrudan etkileyen karar noktalarıdır.

Kamusal alanlar, insanların var olabildiği yerlerdir. Parklar, meydanlar, toplu taşıma durakları, yaya yolları… Eğer bu alanlara erişim yoksa, toplumsal hayata da erişim yoktur. Bugün Türkiye’nin pek çok şehrinde hâlâ merdivenle başlayan kamu binaları, standart dışı rampalar, hiç düşünülmemiş hissedilebilir yüzeyler, kapı genişlikleri veya yönlendirme eksikleri görüyoruz. Zor olan bir durumu kolaylaştırmaktan öte mekânı tasarlarken en başta erişimi zor bir tasarım yapmamak da önemlidir. Görkemli bir kamu binası girişi oluşturmak için illa merdivenlerle bir giriş gerekmiyor. Önce zorluğu oluşturup yanına rampa tasarlamak erişilebilir bir tasarım uygulaması yaptığımız anlamına da gelmez. Bir binaya düz ayak, herhangi bir engele takılmadan erişebiliyorsak o bina girişi “erişilebilirdir” diyebiliriz.

Engelsiz tasarım; rampalar, işaretler, braille tabelalar, geniş kapılar ve alçak basamaklardan ibaret değil. Bir anne, bebek arabasıyla tramvaya binemiyorsa; bir yaşlı hastane girişindeki merdivenleri çıkamayacağı için randevusuna geç kalıyorsa; bir ortopedik engelli üst geçitte korkuyla bekliyorsa; bu sadece “engellilerin problemi” olamaz. Bu hepimizin meselesi. Çünkü bugün sağlıklı olan yarın hasta olabilir, genç olan yaşlanabilir, yürüyebilen geçici sakatlık yaşayabilir ya da hamile bir kadın da erişilebilirliğe ihtiyaç duyabilir.

Mimarlığın bütçe, yüklenici, malzeme ya da tasarım stili gibi çok sayıda baskısı var. Fakat erişilebilirlik, bu kalabalık gündemin içinde “olursa olur” denebilecek, bütçe kalemleri oluşturulurken “para kalırsa yaparız” denebilecek bir konu başlığı değildir. Tam tersine, tüm projeyi taşıyan omurga olmalıdır. 

Erişilebilirlik standartlarına uymak bir iyilik değil; profesyonel sorumluluktur. Hatta kamu ve özel sektör uygulamalarında, ihale sözleşmelerinde bir zorunluluk olarak yer almalı ve konu ile ilgili “mış” gibi uygulamalar yapılmaması için bu konuda uzmanlaşmış profesyonellerle çalışılmalıdır.

Geçtiğimiz 3 Aralık Dünya Engelliler Günü, kutlanacak bir gün değil, özünde bu konuda bir farkındalık çağrısıdır. Ama farkındalık tek başına bir şey değiştirmez; onu eyleme dönüştürmedikten sonra... 

Kısacası erişilebilirlik, engelliler için bir kolaylık ya da iylilik değil; toplum için bir kalite standardıdır. Ve her mimar, her belediye, her yatırımcı bu standardı yükseltmekle yükümlüdür. Çünkü engelsiz bir çevre yaratmak, yalnızca teknik bir mesele değil; medeniyet ölçüsüdür.

Ve unutmayalım ki bir mekânın en iyi tasarım kriteri, “Kimseyi dışarıda bırakmaması”dır.


 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *