Türkiye’de barajlar boşalıyor tarlalar kuruyor
Türkiye, yıllardır susuzluk tehlikesini konuşuyor ama artık tehlikeyi değil, gerçeği yaşıyoruz. Barajlardaki su seviyeleri tarihsel ortalamaların altına inmiş durumda; bazı bölgelerde yüzde 20’nin bile altını gören rakamlar, yalnızca bir meteorolojik uyarı değil, tarımsal ve toplumsal yaşamı doğrudan etkileyecek bir kırılmanın habercisi. Bir zamanlar bereketiyle övündüğümüz topraklar, bugünlerde kuraklıklarıyla görüntü veriyor.
İklim krizinin etkileri, plansız kentleşme, yanlış tarım politikaları ve su yönetimindeki eksiklikler birleşince ortaya ülkeden büyük bir tablo çıkıyor. Yağış rejimi değişti; kar yağışları azaldı, sağanak yağmurlar barajı dolduracak kadar uzun sürmüyor. Şiddetli yağışlar ise toprağa nüfuz etmeden akıp gidiyor. Kısacası doğa bize artık eskisi gibi su biriktirme fırsatı tanımıyor.
Köylü tarlasını ekemiyor
Barajların doluluk oranlarının düşmesi ilk bakışta sadece baraj istatistiği gibi görünse de köy meydanlarında, çiftçinin yüzünde ve marketteki etiketlerde karşılığını buluyor. Sulama birçok bölgede kısıtlamayla yapılmakta, bazı yerlerde su tamamen kapandı. Çiftçi ya daha az ekecek ya da hiç ekemeyecek. Bu yıl buğdayda, mısırda, şeker pancarında ciddi rekolte kayıpları bekleniyor. Tarlayı sürmek yetmiyor, tohum toprağa giriyor ama su bulamadığı için yeşermiyor.
Köylü, “Tarlaya gidip gelmeye dahi içim elvermiyor, toprak artık bizimle konuşmuyor” diyor. Bu söz, sadece duygusal bir yakınma değil; Anadolu’da tarıma dair yüz yıllık dengelerin altüst olduğunu gösteriyor.
Şehirler de güvende değil
Sorun yalnızca köyün, çiftçinin meselesi değil. Barajların boşalması şehirleri de doğrudan etkiliyor. Büyükşehirlerde yaz aylarında su kesintileri, düşük basınç ve acil durum planları kapıda bekliyor. Bazı illerde yeraltı suları gelişi güzel çekiliyor, bu da hem su kalitesini bozuyor hem de geleceğin rezervlerini tehlikeye atıyor.
Su yönetimi yalnızca “baraj doldu-dolmadı” olmamalı, bütün bir planlama zincirinin sağlıklı işlemesiyle mümkün. Ne yazık ki bugün o zincirin halkaları hem iklim kriziyle hem de yanlış uygulamalarla tek tek kopuyor.
Türkiye’de tarımın geleceği, suyun geleceğinden ayrı düşünülemez. Hâlâ vahşi sulama yapılan tarlalar var; hâlâ suyu en çok tüketen ürünler yanlış bölgelerde ekiliyor. Hâlâ suyu verimli kullanan modern sistemler lüks olarak görülüyor. Oysa dünya artık damla sulamayı bile tartışmıyor, suyun her damlasını geri dönüştürmeyi konuşuyor.
Çiftçiye verilecek en büyük destek, suyu verimli kullanabileceği altyapıyı sağlamak ve doğru ürüne yönlendirmek. Bugün yapılmayan her yatırım, yarın market raflarındaki fiyatlara, soframıza, çocuklarımızın geleceğine yansıyacak.
Türkiye’nin barajları boşalıyor, tarlaları kuruyor. Bu, bugünün değil, yarının değil; tam da şu anın sorunu. Ne iklime kızarak çözeceğiz ne de “yağmur yağar geçer” diyerek. Bilim temelli, sürdürülebilir ve kararlı bir su politikasıyla harekete geçmek zorundayız. Çünkü suyu kaybedersek, aslında her şeyi kaybediyoruz.
Ve unutmayalım: Susuzluğun sesi yoktur. Ama sonuçları, hepimizin kapısına bir gün mutlaka dayanır.