Kadınlar korku içinde yaşıyor
Bu ülkenin sokaklarında kadınlar adımlarını iki kere dinleyerek atıyor. Bir gece eve dönerken omzunun üzerinden arkaya bakmak, asansöre binmeden önce kapıda bekleyeni kontrol etmek, toplu taşımada bir koltuğa otururken bile “yanıma kim oturacak” diye kaygılanmak... Bunların hiçbiri olağan olmamalıydı. Ama ne yazık ki kadınlar, yaşadıkları toplumda en sıradan anlarını bile güvensizlikle örülü bir hayatın içinde geçirmek zorunda bırakılıyor.
Kadın cinayetleri, şiddet, taciz... Haber bültenlerinde neredeyse gün aşırı yer bulan ve artık “olağan” kabul edildiği için sayfalar arasında sessizce kaybolan bu olaylar, aslında ülkenin en büyük toplumsal krizlerinden biridir. İstatistikler soğuktur; ama her rakamın ardında bir hayat, bir aile, bir umut vardır. Her saldırıya uğrayan kadın, bu toplumun geleceğinin nasıl bir yöne savrulduğunu gösteren bir işaret fişeğidir. Ve biz, o fişekleri gökyüzünde her gün daha fazla görür olduk.
Korkunun bu kadar yaygınlaşmasının bir nedeni de, kadınların dayanamadığı o ağır cümledir: “Kendini korusaydı.” Bir saldırının ardından atılan her suçlayıcı söz, kadınların omzuna bir yük daha bırakıyor. Oysa gerçek apaçık ortada: Kadınları koruyacak olanlar, yine kadınlar değil; onları hedef haline getiren zihniyetle mücadele edecek güçlü bir adalet sistemi, caydırıcı yasalar, toplumsal dönüşüm ve kararlılıktır.
Çocuk yaşta evliliklerden işe alım süreçlerindeki ayrımcılığa, ev içi şiddetten kamusal alandaki tehditlere kadar geniş bir yelpazede kadınlar hâlâ eşit yurttaşlar olarak değil, potansiyel bir tehlike altında yaşayan bireyler gibi görülüyor. Bu yüzden bugün Türkiye’de kadın olmak, yalnızca bir kimlik değil, her adımda bir mücadele anlamına geliyor.
Oysa bir ülkenin gerçek gelişmişlik seviyesi, kadınların güven içinde yaşayıp yaşayamadığıyla ölçülür. Eğer kadınlar her gün “Acaba başıma bir şey gelir mi?” diye düşünüyorsa, o ülkede ne demokrasi tamdır, ne özgürlük, ne de adalet.
Sokakları güvenli hale getirmek, karanlık noktaları aydınlatmak, adalet mekanizmasını güçlendirmek, caydırıcı cezaları uygulamak ve en önemlisi toplumun zihniyetini değiştirmek… Bunların hepsi bir arada yapılması gereken zor ama ertelenemez adımlar. Çünkü korku, yalnızca kadınları değil; tüm ülkeyi tutan görünmez bir zincirdir.
Kadınlar, korku içinde yaşamayı hak etmiyor. Bu ülkede hiçbir kadın kapıdan çıkarken dua etmek zorunda kalmamalı. Hiçbir anne, kızını endişeyle arayıp “İyi misin?” demek zorunda kalmamalı. Hiçbir genç kadın, gecenin sessizliğinde anahtarlarını parmaklarının arasına sıkıştırarak yürümemeli.
Bu toplum, kadınların korkusunu değil, özgürlüğünü büyütmek zorunda. Çünkü bir kadın özgür olduğunda, aslında tüm ülke nefes alır.