Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Açık
15°
Ara

Unutulmuş bir şehzadenin trajik hikâyesi: Abdülkerim Efendi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Unutulmuş bir şehzadenin  trajik hikâyesi: Abdülkerim Efendi

Tarih sayfaları arasında kaybolmuş isimler vardır; onların hikâyeleri, imparatorlukların çöküşüyle birlikte tozlu raflara kaldırılır. Bugün, Osmanlı Hanedanı’nın son dönemlerinden bir figür olan Şehzade Mehmed Abdülkerim Efendi’yi anmak istedim. 1906’da Yıldız Sarayı’nda doğan bu genç şehzade, dedesi Sultan II. Abdülhamid’in gölgesinde büyüdü, ama kaderi onu sürgünler, entrikalar ve trajik bir sonla buluşturdu. Bu yazı, onun hayatını bir kez daha hatırlatmak için; çünkü tarih, sadece zaferleri değil, kayıpları da öğretir bize. 

Abdülkerim Efendi, babası Şehzade Mehmed Selim’in tek oğlu olarak dünyaya geldi. Osmanlı’nın son yıllarında, saray entrikaları ve siyasi fırtınalar arasında geçen çocukluğu, 1924’te hanedanın sürgün edilmesiyle bambaşka bir yöne evrildi. Aile, Şam’a yerleşti; burada, imparatorluk mirasının ağırlığını taşıyan bir genç olarak büyüdü. Eğitimli biriydi; Galatasaray Sultanisi mezunu olarak, modern dünya ile geleneksel kökler arasında sıkışıp kalmıştı. Ama hayatı, sadece sürgünle sınırlı kalmadı. 1930’larda, Doğu Türkistan’daki bağımsızlık hareketleriyle bağlantılı olduğu söylentileri yayıldı. Bazı kaynaklara göre, Uygur liderleri tarafından “Doğu Türkistan İmparatoru” olarak tahta çıkarılmak istenmişti; hilafet meselesi de cabası. Bu iddialar, dönemin büyük güçlerini İngilizler, Çinliler, hatta Japonları rahatsız etmiş olmalı ki Zira Abdülkerim Efendi’nin yolu, beklenmedik bir şekilde New York’a düştü.

1935’te, 29 yaşındayken, New York’ta bir otel odasında ölü bulundu. Resmi kayıtlar “intihar” olarak kayda geçse de, hikâye burada bitmiyor. Birçok tarihçi ve araştırmacı, bunun bir suikast olduğunu savunuyor. İngiliz-Çin istihbaratının parmağı mı vardı, yoksa Japon ajanlarının mı? Bu sorular, hâlâ cevapsız. Düşünün: Bir Osmanlı şehzadesi, okyanus ötesinde, yabancı bir şehirde, yalnız başına… Bu ölüm, sadece bir bireyin trajedisi değil; bir imparatorluğun son nefesinin yankısı adeta. Naaşı bile yıllarca Türkiye’ye getirilemedi; mücadeleler verildi, ama o yabancı topraklarda kaldı.

Bugün, Abdülkerim Efendi’nin oğlu Harun Osmanoğlu gibi torunları hayatta; onlar, bu mirası taşıyorlar. Ama bizler, bu hikâyeleri unuttukça, tarihimizden kopuyoruz. Belki de Abdülkerim Efendi’nin öyküsü, bize sürgünün acısını, entrikanın karanlığını ve unutulmuşluğun hüznünü hatırlatmalı. Osmanlı’nın son şehzadelerinden biri olarak, o, bir sembol: Kaybedilen bir dünyanın sessiz çığlığı.

Vaktiniz olduğunda tarih kitaplarını açın, bu isimleri araştırın. Çünkü geçmiş, geleceğimizi şekillendirir. Haftaya başka bir unutulmuş tarihi şahsiyetin hikayesinde görüşmek üzere…


 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *