Soframızdaki sessiz tehlike!
  Tarım ve Orman Bakanlığı, son dönemde yine yüzlerce firmayı ifşa etti. Listede öyle ürünler, öyle markalar var ki; insan hem şaşırıyor hem de öfkeleniyor. Zira bu iş artık masum bir “hile” olmaktan çıktı, doğrudan halk sağlığını tehdit eden bir dolandırıcılığa dönüştü. Üstelik ne acıdır ki, bu firmaların bir kısmı daha önce de aynı suçtan yakalanmış, “pişman olduk” deyip birkaç ay sonra yine aynı oyunu oynamış.
En çok da süt ve süt ürünlerinde yapılan hileler dikkat çekiyor. Özellikle peynirdeki sahtekârlık akıl alır gibi değil. Gerçek sütten üretilmesi gereken peynirin içine nişasta, bitkisel yağ, hatta bazen margarin karıştırılıyor. Görünüşte bembeyaz, pürüzsüz ve “tam yağlı” gibi duran peynirler, aslında kimyasal bir karışım. Vatandaş, market rafındaki etikete bakarak “yerli üretim” zannediyor, oysa ağzına sürdüğü şey sütle uzaktan yakından alakalı değil.
Tarım Bakanlığı’nın yürüttüğü denetimler bu noktada hayati öneme sahip. Çünkü bu denetimler olmasa, soframızdaki sahtekârların maskesi hiç düşmeyecek. Bakanlık, analizlerle taklit ve tağşişi ortaya çıkarıyor, isim isim ifşa ediyor. Ancak asıl sorun, bu firmaların “uslanmaması.” Ceza ödüyorlar, isimleri açıklanıyor ama bir süre sonra aynı üretim hattında yine hileli ürün çıkıyor. Neden mi? Çünkü caydırıcılık yeterli değil.
Bu ülkede bir firma, hileli gıda üretip insan sağlığını hiçe sayabiliyorsa, sadece teşhir edilmekle kurtulmamalı. Gerçek anlamda üretim izni iptal edilmeli, bu kişiler bir daha aynı sektörde faaliyet gösterememeli. Yoksa bu kısır döngü devam edecek: Denetim, ceza, yeniden hile, tekrar denetim...
Bir ülkenin tarımı kadar gıda güvenliği de milli meseledir. İnsanlar peynirini, yoğurdunu, zeytinyağını korkmadan alabilmeli. Soframızdaki gıdanın temiz ve dürüst olduğundan emin olamıyorsak, üreticinin değil, denetimsizliğin kurbanıyız demektir.
Tarım Bakanlığı denetimlerini sıklaştırmalı, cezalar ise sadece cüzdanı değil vicdanı da sarsacak düzeyde olmalı. Çünkü bu mesele sadece bir etiket hilesi değil — halkın sağlığı, çocuklarımızın geleceği, soframızın namusu meselesidir.
Bugün raflarda gördüğümüz peynir, tereyağı, bal veya zeytinyağı artık sadece birer gıda değil, güven testidir. Vatandaşın devlete, üreticiye ve markaya olan güveni bu ürünlerin dürüstlüğüyle ölçülüyor. Eğer bir peynirin içinde süt yerine yağ türevi kullanılıyorsa, o ürün sadece midemizi değil, toplumsal ahlakı da kirletiyor. Bu yüzden mesele yalnızca sağlık değil, aynı zamanda vicdan meselesidir.
Unutmayalım, denetim yalnızca devletin değil, tüketicinin de sorumluluğudur. Vatandaş bilinçli olmalı, fiyatı olağanüstü düşük olan ürünlere şüpheyle yaklaşmalı. Çünkü “ucuz” diye alınan her sahte gıda, aslında uzun vadede pahalıya patlıyor: hastalıklara, alerjilere, hatta kansere kadar varan sonuçlarla. Ucuzluk bazen sadece bir tuzaktır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin tarım politikası sadece üretim miktarını değil, ürünün güvenilirliğini de esas almalı. “Daha çok üretelim” değil, “temiz üretelim” anlayışı hâkim olmalı. Çünkü sahte peynirden kâr edenin yüzü gülerken, toplumun sağlığı sessizce eriyor. Tarım Bakanlığı’nın denetimleri artmalı, cezalar ağırlaşmalı ve tüketici daha bilinçli hale gelmeli. Ancak o zaman soframızdaki sessiz tehlikeyi gerçekten susturabiliriz.