
Gücün bugünkü anlamı: Kırılmazlık değil, uyum sağlayabilmek

Dünya Mimarlık Günü, her yıl Ekim ayının ilk Pazartesi günü kutlanıyor. Sabit bir tarih olmasını isterdim; çünkü değişken zamanlar bazen kafa karıştırıcı olabiliyor. Bu yıl 6 Ekim’de gerçekleşti ve Uluslararası Mimarlık Konseyi (UIA), temayı “Design for Strength / Dayanıklılık için Tasarım” olarak belirledi.
UIA’nın hedefi basit: geçici, “yara bandı” çözümlerden öteye geçmek; inşa ettiğimiz çevrenin dayanıklılığını artırmak, yeniden kurulabilir kılmak ve sürdürülebilir yaklaşımlarla toplumla bağ kurmak.
Artık bir yapı “ayakta duruyorum” diyerek övünemez. Evet, statik analiz, mühendislik hesapları ve malzemenin gücü vazgeçilmez; ancak mimarlığın vizyonu bu teknik doğruların çok ötesine taşınmalı. Çünkü çevremiz değişiyor. İklim, afet, sosyal dönüşüm baskıları… Bu bağlamda “güç” kavramı artık daha çok uyum sağlama kapasitesi ile tanımlanmalı.
Buradan çıkardığım ders şu: dayanıklılık üç temel alanda kendini göstermeli: çevresel, sosyal ve kültürel.
Çevresel dayanıklılık: Yalnızca dış etkilerle başa çıkabilmek değil; çevre ile etkileşimde bulunarak, enerji verimli sistemler, yağmur suyu yönetimi, yeşil çatılar, mikroklima stratejileri gibi çözümlerle çevreyi dengeleyen yapılar inşa etmek.
Sosyal dayanıklılık: Mimari süreçlerde toplumun sesini dâhil etmek zorunlu. Kullanıcı ihtiyaçları, mahalle kültürü, kamusal alan kullanımı — tüm bunlar yapıların toplumsal bağını güçlendirir. Bir meydan yalnızca görsel öğe değil; kriz anında toplanma alanı, aidiyet alanı olmalı.
Kültürel dayanıklılık: Kimlik, miras, yerel dokular, malzeme geleneği yok sayılmamalı. Dönüşüm projeleri, koruma ile yenilik arasındaki gerilimi fırsata çevirmeli.
Türkiye ölçeğine geri dönersek, mesele çok boyutlu. Çünkü deprem kuşağında yer alan bir ülkeyiz. Güçlü taşıyıcı sistemler hayati ama sahada uygulama ve denetim eksikliği, kentlerin heterojen dokusu, altyapı sorunları zorlu. Ayrıca kaynaklarımız da kısıtlı. Malzeme ekonomisi, işçilik kapasitesi, yerel teknik bilgi... Dayanıklı yapı, pahalı teknolojilerle kurulan “vitrin yapılar” değil; tersine optimum kaynak kullanımı, yerel malzeme ve yerel işçilik ile elde edilen güçlü yapılar olmalı.
Bugün “güçlü olmak”, kırılmaz olmak değil; esnek olmakla ilgilidir. Esnek yapı, değişimi içine alan, kırılanı onarabilen bir yapıdır. Bu yılki temadan benim çıkarımım: İyi bir mimari eser, 50 yıl sonra da güvenli,işlevsel,anlamlı ve esnek olmalı. Dayanıklılığın yeni tanımı budur.
@mimarsinemezgiakbulut