Denizde susturulamayan vicdan: Özgürlük Filosu
Bir kez daha Akdeniz, adaletin sesiyle yankılandı. “Özgürlük Filosu” adını taşıyan insani yardım gemilerine yönelik İsrail saldırısı, sadece bir deniz müdahalesi değil, uluslararası vicdanın yaralanmasıdır. Gazze’ye nefes olmaya giden gemiler, savaş gemilerinin hedefi haline geldi.
İsrail yönetimi, bu saldırıyı “güvenlik” gerekçesiyle savunuyor. Oysa uluslararası sularda gerçekleşen bu müdahale, hukukun değil, güç politikasının sonucudur. Abluka altındaki bir halkın temel ihtiyaçlarına ulaşmasını engellemek, güvenliği değil, kuşatmayı kalıcılaştırır. Bu tablo, 21. yüzyılın ortasında hâlâ “güçlü olanın hukukunun” geçerli olduğunu acı biçimde gösteriyor.
Filoda yer alan gönüllüler; politikacılar, doktorlar, gazeteciler, aktivistler… Hepsi birer silahsız direniş sembolüydü. Onlar, “yardım ulaştırmak”tan öte, “insanlığın sesi hâlâ var” demek için denize açılmışlardı. Karşılarında ise devasa bir askeri güç vardı. Ama tarihin her döneminde olduğu gibi, vicdanın gücü yine silahların gölgesinden daha yüksek sesle yankılandı.
Bu saldırı, yalnızca Gazze’ye değil, bütün insanlığa yapılmıştır. Çünkü bu deniz yolculuğu, açlıkla değil suskunlukla mücadele ediyordu. Her susturulan gemi, bir toplumun sessizliğe zorlanmasıdır. Ama unutulmasın: vicdan susturulmaz, sadece geciktirilir.
Dünyanın dört bir yanında milyonlar, bu saldırıyı öfkeyle izledi. Yine de Birleşmiş Milletler ve uluslararası kurumlar, diplomatik cümlelerle gerçeğin üzerini örtmeye çalışıyor. Oysa açık olan bir gerçek var: İnsanlık, çıkar ilişkilerinin gölgesinde kaldıkça hiçbir yasa, hiçbir kurum adaleti temsil edemez. Gerçek adalet, susturulmuş gemilerde değil, onları hatırlayan toplumların hafızasında yeşerir.
Özgürlük Filosu belki limanına ulaşamadı, ama hedefini çoktan gerçekleştirdi. Çünkü o gemiler, adaletin rotasını gösterdi; korkuya teslim olmayan insanların cesaretini tarihe kazıdı. Ve şimdi, o dalgaların sesi hepimize şunu söylüyor: “Denizden doğan umut, hiçbir kurşunla batırılmaz.”