
Kalpteki kesikler

“Hiç fark ettiniz mi, bazı sözler, bakışlar ve davranışlar yıllar sonra bile kalbinizi sızlatır; küçük gibi görünen travmalar, sessizce büyür ve bir gün karşınıza çıkar.”
Ömrümüz boyunca kalbimize ne çok kesik alıyoruz… Kiminin izi ağır, kiminin ise görünmesi zor; sadece hatırlayınca kendini belli eder. Çocukken bir oyuncağı kırıldığında “abartıyorsun” denilmesi, emeklerinin görmezden gelinmesi, dost bildiğin birinin sırtını dönmesi ya da en çok güvendiğin kişinin “seni anlamıyorum” demesi… İşte bütün bunlar, kalbimizin görünmeyen yerlerinde derin çizgiler bırakır.
Bazen biz açarız o kesikleri başkasına, bazen başkaları bize. Bir sözle, bir suskunlukla, bir terk edişle. Nedenini sorgulamak çoğu zaman anlamsızdır. Çünkü hayat, insanı acılarla eğiten garip bir öğretmendir.
Kesikler acıya dönüştükçe yara derinleşir. Bir bakmışsın yıllar geçmiş ama hâlâ çocukken duyduğun kırıcı sözleri, gördüğün ilgisizliği ya da ihmali hatırlayan kalpler var; hâlâ ihanete uğradığı günü dünkü gibi yaşayan kalpler var. Bu belki arkadaşın, belki ailen, belki de sıradan önemsiz birinin ama kalbini kıran o kişi… Biz de bu yaranın uydusu olur, etrafında dönüp dururuz. Sorularımız hiç değişmez: “Neden ben? Neden şimdi? Neden böyle?”
Oysa mesele “neden” değil, “nasıl”dır. Nasıl ayağa kalkariz? Nasıl iyilesiriz? Nasıl sevmeye devam ederiz? Ve ben nasılım? Nasıl iyi olurum? İmkansızlik nasıl sorusunun karşısında kifayetsizdir.
Korkularımız, prensiplerimiz dediğimiz gizli izlerimiz, acılarımız bizi ne kadar da çok sarıp sarmalar. Hayat boyu yanımızda olurlar, yüzleşmediğimiz sürece.
Bu küçük travmalar, sen büyüdükçe de büyür; içinde sessizce beslersin, fark etmeden büyütürsün. O yüzden çoğu zaman anlamazsın kalbindeki kesikleri ve sana bıraktığı izleri. Yıllar sonra bir söz, bir bakış ya da bir ihmal hâlâ canını acıtır. Bir arkadaşın, bir ailenin, bazen de sıradan bir yabancının sözleri, davranışları… Ama işte tam o noktada yüzleşme kapısı aralanır: Yaraya bakmayı göze aldığında, artık affetmek de mümkün olur. Affetmek, geçmişin gölgesinden çıkıp kendi ışığımıza yürümektir.
Bir dostunun ihanetini, bir ebeveynin kırıcı sözünü, bir sevgilinin vedasını… Affetmek, onların haklı olduğunu kabul etmek değildir; o izlerin artık seni yönetmesine izin vermemektir. Affetmek, yükü başkasından alıp kendi sırtına koymak değil, tam tersine omzundan o yükü indirmektir.
Affetmek, bazen kendini anlamak ve merhamet göstermekle başlar. Küçükken susturduğun ağlamaların, görmezden gelinen çığlıkların, bastırılan öfkenin hepsini kabul etmekle başlar. Kendini affetmeden başkasını affetmek eksik kalır.
Kaçtığımız her şey, peşimizden daha çok kovalar. Oysa üzerine döndüğümüzde, çoğu korkumuzun dev değil, sadece gölgeden ibaret olduğunu görürüz. İşte o noktada kalbimizdeki kesikler yara olmaktan çıkar; bize güç, bilgelik ve yeniden sevebilme cesareti bırakır.
Çünkü kalbimizdeki her iz, aslında içimizdeki gücün sessiz imzasıdır. Ve yüzleşip affedebildiğimiz gün, geçmiş sadece bir hatıra olur; biz ise özgür bir kalple yürüyebiliriz. Artık o kesikler bize sadece hikâyemizi anlatan birer iz olarak kalır; güç veren, yol gösteren ve insanlığımızı hatırlatan…
Ve belki de en önemlisi: Kalbimize aldığımız kesikler, zamanla bizi daha derin, daha anlayışlı ve daha insan yapar, kimbilebilir ki bunu...
Kalbimizdeki kesikleri yok sayamayız, ama onlarla barışabiliriz. Kesikler bizim tarihimiz ve geleceğimizdir. Kalbimiz,ruhumuz,umutlarımız, hayallerimiz de işte barışla bezenip, gerçek özgürlüğü kucaklayacaktir.