Sezai Sami’ den bir baba üç hukukçu

Geçen gün kadim dostum Sezai Sami ile buluştuk. Anlattıkları yaşanmış gerçekler. Bu nedenle ona bir söz verdim sözümü tutmak zorundayız.
“Bizim gibi kuzey yarım kürenin ılıman kuşağında olan bir ülke. Yıl 1970’lerin sonu bu ülkede ekonomik ve politik kargaşa alabildiğine derinleşmiş. Yönetenler yönetememekte, yönetilenler bir güç oluşturamamış. Devletin silahlı ve yargı güçleri özellikle iktidarın politik tutumuna göre şekil değiştirmekte. Hükümet, yargı ve güvenlik güçlerini daha muhafazakâr ve daha radikal çevrelerden gelenlerle yönetmeye çalışmakta. Ülkede sıkıyönetim ve askeri darbeler ABD’ nin denetiminde olmakta. Hatta çok değil 9/10 yıl kadar önce darbe yapılıp idamlar verilse bile toplumsal muhalefet tekrar güçlenir. Fakat bu muhalefet kendi içinde de kırk parçaya ayırılır. “Kırkı” da bir araya gelemedi, “askeri faşist darbe” yapıldı.
Yapılan darbe tüm kısmi demokratik hakları bile yasakladı. Yasaklar alabildiğine genişlerken anayasa rafa kaldırıldı, ülke kararnamelerle kışla haline getirilip üzerine “ölü toprağı” serpildi. Süreç içinde onbinlerce insan sorgulanır ve işkenceden geçirilir, binlere insan yargılanır. Cezaevleri sorgu merkezleri gibi insanlık dışı uygulama merkezi olur.
Bu ülkede darbeden hemen önce bir genç hem işçi sendikasında eğitim ve örgütlenme uzmanı hem de okuduğu üniversitede yüksek lisansa yapıyordu. Çok değil yakın bir zamanda okulunda değer verdiği hocası evinden çıktığında faşist militanlar tarafından arkasından sıkılan kurşunlar ile öldürülür. Mayısın ilk haftası içinde yolculuk ettiği halk otobüsünde gözaltına alınır. Sorguda insanlık dışı baskı cebir ve şiddet uygulanır. Bu uygulamalara karşı yemek yememe tavrını gösterir. İşkencelere karşı aç ve susuz kalarak o koşullarda “insani” tavrını koyarken sorgucularına sessiz kalmaz. Elleri ve ayakları bağlı değilken onlara direnmesini bildi fırsatını bulduğunda karşılık verdi. Gördüğü işkenceler sonucu nefes almada zorluklar yaşaması nedeniyle hasta haneye kaldırıldı. Ağır işkence ve yetersiz sağlık nedeniyle hayatını kaybetti.
Sorgu yapılırken bile sormuşlardı, kendisinden birkaç yaş küçük kardeşini hep sakladı, babası da saklamaya devam etti. Sorgucular bile bilmedi. Ailesi gibi komşuları da soranlara bilmiyoruz der. Örgütsel yapının içindeki birkaç kişi kardeş olduklarını biliyordur. Onunla direk görüşmek yerine bu kişiler alakasız kişileri arayarak iletişim kurmaya çalışılır. “Alakasız” kişiler hem “o” kişiyi deşifre ederken hem de örgütlerinin ne kadar yatay ilişkileri olduğunu gösterir. Hatta bazıları örgütsel yapılarını hiç bilmeden o kişiye de sorarlar, “onun kardeşini tanıyor musun”?
Darbe bir sonbahar sabahı yapılır. ABD ve NATO’dan gerekli izinler alınmıştır. Politik yapılar yatay ve dikey örgütlenme konusunda özen göstermiş olsalar da hemen hepsi yatay örgütlenme içinden gelmekte. Sorgucuların onlar arasında ki ilişkiyi bulması çok zor olmadı. Bir de sorgu odalarında falaka ve elektrik verilince çözülmeler kısmi de olsa görüldü. Uzun sorgu gözaltı günleri ve yargılamasız tutukluluk bir ceza olduğunun göstergesidir. İşkence sonucu hayatını kaybedenin kardeşi de darbe sonrası gözaltın alınır ve tutuklanır. Babaları ülkede memurların sendikal örgütlenmesinde bir sıra neferi gibi sorumluluk alan biridir. Bir oğlunu işkencede kaybeden baba eşiyle birlikte diğer oğlu için bir cezaevi önünde birde yargılandığı mahkeme salonlarına gitmeye başlar.
Darbe dönemlerinde avukatlık yapmak hele darbe karşıtlarının savunmanı olmak birçok şeyi göze almaktır. İşte bunlardan biri öğrenci gençlik döneminde sorumluluk almış biri. Yıllar sonra darbe dönemlerinde “güzel insan” değerini savunan devrimci demokrat ve sosyalistlerin yargılandığı davalara avukat olarak girdi.
Ülkenin kırsal bir yerleşim yerinde doğup büyüyen, kendince haksızlığa karşı olan bu kişide avukatımızın hemşerisidir. Bu kişi ne kadar aydın olsa da akrabalık ve hemşerilik bağı ağır basar. Koşulların elvermesiyle bir hukukçu olarak ülkenin yüksek yargı organında çalışmaya başlar. Bir diğer hukukçu ise ailede büyük babası yargıç olup zamanın ABD başkanına kınama telgrafı çeken bir yargı mensubudur. Onun gibi hukukçu olmaya karar verir. Hem öğrenci gençlik döneminde hem de bir avukat olarak yanlışa, haksızlığa, yalana ve iftiralara karşı olur. Ülkede Barolar Birliğinin kuruluş çalışmalarına katılır. Keza Hukukçular Birliğinin kurucu genel başkanı olur. Hakkaniyetli bir hukukçu olduğundan ülkenin yüksek yargı organına seçilir başkan vekilliğine getirilir. Darbeciler bile onun hakkaniyetli duruşu karşısında şapkalarını çıkarır.
Babanın yargılanan oğlu ülkedeki darbe yasaları çerçevesinde idam ceza alır. Birlikte yargılandıkları dosya onaylanması için yüksek yargıya gönderilir. O dönemde ülkede idamların hızı kesilmiş, ağırlaştırılmış cezalar verilmeye başlanır. Avukat, yargı organında çalışan hemşerisinin daveti kabul ederek görüşmeye gider. Yargı organında çalışanın bir yakını da aynı dava dosyasındadır. Avukat her iki kişinin de savunmanı olduğundan gelişmelerden bilgi alır umuduyla görüşmeye gider. Oysa yargı mensubu doğrudan talimat verir gibi babayı alıp gelmesini söyler. Olumlu düşünerek bu durumu ilgili babaya anlatır. Çok zaman geçmeden ülkenin başkentinde ki yargı binasına görüşmeye gidilir.
Yargı mensubu gelenleri çalışma masasından kalmadan selamlar. Kestirmeden konuya girer. Babaya dönerek, “oğluna söyle yakınımın yaptığı eylemleri üstlensin. O, cezaevinden çıkar ben de oğluna daha az ceza alması için elimden geleni yaparım. Cezaevinde kaldığı sürede ona iyi bakarız” der. Baba ise “sizden bunu beklemezdim. Çocukların bu durumdan haberleri var mı?” Yargı mensubu “Oğlun bunu üstlenecek yoksa en ağır ceza alması için uğraşırım” diyerek üst perdeden tehdit eder. Kapıdan çıkarken avukat, “bu kişinin” böyle bir isteği olduğunu bilmediğini defalarca babaya söyler özür diler.
Baba evine döner. Akraba ve hısımlarından hukukçularla görüşür. Yeğenlerinden ikisi amca ve dayılarının yanında olur. Bir yargı mensubunun böyle bir isteği olduğunu onlara anlatır. Hukukçu ve eğitimci olan yeğenler kafa kafaya vererek yüksek yargıdaki “başkan vekiline” ulaşır durumu aktarırlar. “En yakın zaman da görüşelim” der. Görüşülecek gün ve saat verilir. Görüşme günü gelir. Baba ülkenin başkentine gider. Geldiğini danışmaya söyler. Başkan Vekili, misafiri olan babayı yüksek yargı girişinde karşılar, sırtındaki pardösüyü alır koluna girer. Baba onu tanımamış odacısı sanmıştır. Onun mütevazı tavrı babayı şaşkına çevirir. Oysa yargı mensubu onu 1950 yıllarında örgütlü mücadele döneminde adını duymuştu. Keza 1960, 70 ve 80’li yıllarda “insan hakları” ve sendikal mücadelede ön saflarda yer alan kişiye saygı gösterir. Kahvelerini yudumlarken baba durumu açıklar. Bir yargı mensubunun kendisinden böyle bir şey istemesi hem içeride ki çocuklar hem de kendileri için hoş olmaz deyip derdini anlatır.
Yargının başkan vekili: “Hiçbir yargı mensubu hele ki yüksek yargıda görevli olan böyle bir şey talep edemez, ayrımcılık yapamaz. Ülkede anayasa var yargı var. Darbe dönemi bile olsa diktatörler hemen her şeyi yapamaz. Kargaşa da elbet gözden kaçan olur, elbet birileri ceza verir. Ama onun ardı sırası gelmez. İdam olmayacak. Yatanlar uzun yargılama nedeniyle infazlar gelecek, çok sürmez çıkarlar. Sizin anlattığınız durumu içerideki çocuklar bilmesin, dostlukları yara almasın. Bu ülkede hukuk var, yargı var, sende müsterih ol, kalbini serin tut”.
“Bu ülkede yargı var, yargıç var ”der.
Başkan Vekili nasıl kapıda karşılamış ise giderken de kapıya kadar eşlik eder.
Evet, oysa yaşanan bir gerçek var “bir baba ve üç hukukçu”.
Babanın eğitimci ve hukukçu yeğenleri yıllar sonra bunu Sezai Sami’ye anlatır.
Not: Doğum günün kutlu sevgili abim “Osman Mehmet Önsoy”. Sensiz geçen 45 yıla rağmen anıların hep taze. Saygılarımla.