Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Açık
20°
Ara

Müze gezmek sıkıcı olmak zorunda değil

YAYINLAMA:
Müze gezmek sıkıcı olmak zorunda değil

Çoğumuzun aklında müze gezmek, sessiz salonlarda ağır ağır dolaşmak, cam vitrinlerin arkasında duran eserleri uzaktan seyretmekle eşleşiyor. Bu yüzden de “müze” kelimesi bazılarına biraz sıkıcı geliyor olabilir. Oysa gelişen teknolojiyle beraber işler biraz değişti. Teknolojinin sunduğu imkânlarla müzeler bambaşka bir kimliğe bürünüyor. İnteraktif ve dijital sergiler sayesinde ziyaretçiler sadece izleyici olmaktan çıkıyor, deneyimin bir parçası haline geliyor. Bir mimar olarak mekânın bu dönüşümüne özellikle heyecanlanıyorum; çünkü artık ışık, ses, hareket, hatta ziyaretçinin kendi dokunuşu bile serginin bir parçası.

İnteraktif bir sergide sadece bakmıyorsunuz; dokunuyorsunuz, hareket ediyorsunuz, ekranda bir şeyler değiştiriyorsunuz, hatta bazen eser sizin tepkinize göre şekil alıyor. Dijital olanaklar – artırılmış gerçeklik, sanal gerçeklik, 360 derece projeksiyonlar, hologramlar – müze ziyaretini pasif bir gözlem olmaktan çıkarıp aktif bir yolculuğa dönüştürüyor. Bu da hem çocukları hem yetişkinleri içine alan çok daha eğlenceli bir deneyim yaratıyor.

İstanbul bu alanda en şanslı şehirlerden biri. Son yıllarda peş peşe açılan dijital deneyim merkezleri ve sergiler, şehrin kültür hayatına yepyeni bir soluk getirdi. Örneğin İBB Dijital Deneyim Müzesi, bu dönüşümün en güncel örneklerinden. Burada sanal gerçeklikten yapay zekâya, dokunmatik ekranlardan 360 derece projeksiyonlara kadar pek çok teknolojiyle karşılaşıyorsunuz. İçeride farklı temalara ayrılmış odalar, ışık ve sesle bütünleşen mekân tasarımları sayesinde adeta dijital bir yolculuğa çıkıyorsunuz.

Geçtiğimiz aylarda aynı merkezde “Gelenekten Geleceğe” adlı bir sergi düzenlendi. Tezhip, ebru, minyatür gibi geleneksel Türk sanatları dijital teknolojilerle yeniden yorumlandı. Karagöz-Hacivat’ı bu kez dev projeksiyonlarla, interaktif bir şekilde izlemek; kültürel belleğimizin gelecekle buluştuğu anlardan sadece biriydi. Güncel olarak da Van Gogh: Işığın İzinde sergisi var. Kesinlikle görülmeli…

Bir başka örnek de İstanbul Modern’in “Zamansız Meraklar” sergisi. Burada dijital kültürün sanat üretimini nasıl dönüştürdüğünü görmek mümkün. Genç sanatçılar eserlerini sadece görsel olarak değil; ses, hareket ve interaktif öğelerle birlikte kurgulamış. Yani ziyaretçi sadece seyirci değil, aynı zamanda deneyimin aktif bir parçası.

Tabii bu işin mimari boyutu da çok önemli. Dijital sergiler klasik müze düzeninden farklı bir altyapı istiyor. Işığın, akustiğin, mekân akışının özel olarak planlanması gerekiyor. Teknolojiyi mekâna entegre etmek, ziyaretçinin akışını doğru yönlendirmek ve aynı zamanda estetiği korumak mimarlık açısından heyecan verici bir meydan okuma. Bu işin bir takım zorlukları da var tabii... Yatırım maliyetleri oldukça yüksek. Cihazların bakım, yazılım güncellemeleri, teknik personel ihtiyacı gibi faktörler de var. Ayrıca dijital sergiler için duvar ve zemin yükü, enerji ihtiyacı, ses sistemleri gibi bir çok parametre var. Dolayısıyla tüm bu teknik altyapı mimari form ile beraber tasarlanmalı…

Sonuç olarak, müze gezmek artık sıkıcı olmak zorunda değil -ki ben klasik müze deneyimini de çok severim- ve şuanda  dokunduğunuzda karşılık veren duvarlar, içine adım attığınızda sizi çevreleyen projeksiyonlar, geçmişle bugünü buluşturan dijital hikâyeler var.

Bu yeni yaklaşım, sanatı sadece görmekle kalmayıp, ona dokunmamızı, içinde hissetmemizi ve deneyimlememizi sağlıyor. Sanat eserlerinin hikayeleri, dokunmatik ekranlar, sanal gerçeklik (VR) gözlükleri, sesli rehberler ve projeksiyon teknolojileriyle anlatılıyor. Böylece bilgi, sıkıcı bir metin olmaktan çıkıp, sürükleyici ve kişisel bir keşif yolculuğuna dönüşüyor.

 

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *