
Sahte taç için alkışlar

Tacın ışıltısı büyüler. Uzaktan bakınca herkesin hayalini çeker; altının parıltısı, taşların ışığı, görünürde bir güç simgesidir.
Ama yaklaştığınızda fark edersiniz: o taç, hak etmeden başa konduğunda sadece bir gösteriş değil, ağır bir yük haline gelir.
Önce gözleri kapatır; hakikati göremezsin.
Sonra kulakları tıkar; söylenenleri duyamazsın.
Ardından dili susturur; söylemek istediğin her söz, tacın ağırlığında ezilir.
Ve en sonunda boynuna iner, seni yüceltmek yerine köleleştirir.
Tarihte bunun örnekleri çoktur.
Krallar, vezirler, sultanlar… Tahtı hakkıyla değil, entrikayla elde edenler, ilk fırtınada yalnız kalmış, gösterişin ardında koca bir boşluk bulmuşlardır.
Roma’dan Osmanlı’ya, tarih tekerrür eder: Hak etmeyen baş, tacın yükünü taşıyamaz.
Günümüz de farklı değil.
İş dünyasında, bilgiden çok soyadına veya torpile yaslanan koltuklar var.
En büyük yanılgı ise şudur: İş yapan değil, yaptığını gösterenlerin öne çıkması.
Gerçekte alın teriyle üretenden çok, başkasının emeğini kendi başarısı gibi pazarlayanlar konuşulur.
Günü kurtaran, vitrinde duran ama geride koca bir boşluk bırakanlar koltuklara oturur.
Oysa kâğıt üstündeki başarı bir gün mutlaka sahadaki gerçeklerle yüzleşir.
Ve o an geldiğinde, şişirilmiş tüm unvanlar, boş bir tacın ağırlığı gibi çöküp kalır.
Siyasette de benzer bir tablo…
Torpille gelen, çıkarla yükselen, hak etmeden koltuğa oturanlar, kısa süre parıldasa da gerçek ses karşısında etkisizdir.
Halk belki susar, ama unutmaz; sözler yankısız, mesajlar etkisiz kalır.
Sanat dünyasında da bu sınav yaşanıyor.
Oyuncular, sanatçılar, şarkıcılar… Artık çoğu zaman yetenek değil, takipçi sayısı ölçü oluyor.
Rol için seçmelerde “kaç takipçisi var?” sorusu yetenekten önce geliyor.
Ama sahne acımasızdır: izleyici, yalanı sezer.
Bir oyuncu kalbiyle oynamıyorsa, seyirci onu alkışlamaz.
Bir şarkıcı sahicilikten uzaksa, şarkısı kulaktan geçse de gönülde iz bırakmaz.
Takipçilerle şişirilen popülerlik, sanatın hafızasında tutunamaz.
Bugün yüzbinlerce beğeni toplayan bir isim, yarın kimsenin hatırlamadığı bir gölgeye dönüşebilir.
Ama tek bir sahici cümle, tek bir gerçek rol ya da tek bir şarkı; yüzyıllar boyu kalıcı olabilir.
Çünkü sanat, sahte tacı asla taşımaz.
Ve aslında, hak etmediği yerde duran için bu durum büyük bir imtihandır.
Çünkü o konum, sahibini iki ihtimalle sınar:
Ya er ya da geç boşluğunu ortaya çıkarır ve onu rezil eder,
ya da o kişi çabasıyla, bilgisiyle, vicdanıyla gerçekten hak etmeye çalışır.
Ama bilinsin ki, bu sınavdan kaçış yoktur.
En acı gerçek ise şudur:
Hak etmediği yerde oturan, sadece başkalarının gözünde değil, kendi içinde de küçülür.
İçindeki ses fısıldar: “Burada olmamalıyım.”
Ve ne kadar altın parıldasa, ne kadar koltuk ihtişamlı görünse, o boşluğu dolduramaz.
Altın paslanır, koltuk devrilir, isim unutulur.
Alın teriyle, bilgiyle, adaletle kazanılmış bir saygı vardır ki; zamanın bile silemediği tek taç odur.
Haketmediğin taç, tarihte ve günümüzde görüldüğü üzere;
tüm haksız kazancın zamanla kazanılmış sahte alkisiyla da ezilmeye mahkum olmuştur.