Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Açık
23°
Ara

12 Eylül, hafıza ve gelecek

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
12 Eylül, hafıza ve gelecek

12 Eylüllerde yazmak, yürekteki hançeri yeniden çevirmek gibidir. Çünkü 12 Eylül yalnızca bir darbenin tarihi değildir; iş, ekmek, özgürlük ve barış umutlarının postalların altında ezildiği kara bir milattır. 1980 yedi ay boyunca direnen tekstil işçilerinin grev çadırlarını basan askerlerin soğuk sesi hâlâ kulaklarımızdadır. O gün bizlere düşman muamelesi yapan o rütbelinin emriyle “TSK yönetime el koydu. Greviniz sona ermiştir” cümlesi, yalnızca bir grevin değil, bir ülkenin özgürlük umudunun sonu gibiydi.

Sonrasında işverenler güle oynaya kutladı bu yenilgiyi. Halit Narin’in o meşhur cümlesi—“Bu güne kadar bizim anamız ağladı, bundan sonra onların anası ağlayacak”—aslında 12 Eylül’ün özeti oldu. İşçi sınıfının, yoksulların, ezilenlerin, kadınların, gençlerin umutları hedef alınmıştı. Faşizmin “düzen kurma” adı altında kurduğu düzen, aslında talan ve zulmün düzeniydi.

Dün apoletli bugün abdestli kurtarıcılar

12 Eylül’deki apoletli “kurtarıcılar” ile bugün sahnede olan abdestli kurtarıcılar arasında özde bir fark yok. Dün Amerikancılıkla meşrulaştırılan zulüm, bugün “Ey Amerika, Ey Avrupa” nidalarıyla gizlenmeye çalışılıyor. Eski tas, eski hamam… Yoksul halk çocukları hâlâ toprağa düşüyor, hâlâ kimse “Vicdan be yahu vicdan!” diye haykıramıyor. Çünkü herkes dava torbasına düşme korkusuyla susuyor.

Bugün 12 Eylül’ün mirasını devralan tek adam rejimi, daha karanlık bir geleceğin kapısını aralıyor. Kendi hukukunu, kendi yargısını, kendi meclisini inşa etmiş durumda. Dün anayasal haklarımızı çiğneyen postallar vardı, bugün kayyumlarla, torba yasalarla, OHAL kararlarıyla aynı çiğneme sürüyor. Dün “düzeni sağlamak için” kan dökenler vardı, bugün “milli beka” yalanıyla toplumu susturanlar var.

12 Eylül’ün üzerinden geçen yıllar, demokrasi değil, onun karikatürünü getirdi. 2011’de “demokrasi geldi de biz mi anlayamadık?” diye soruyorduk. Çünkü gelen şey, sandık aritmetiğiyle meşrulaştırılmış otoriterlikten ibaretti. 15 Temmuz’un “Allah’ın lütfuna” dönüştürülmesi, 16 Nisan 2017 Referandumunun şaibeli sonuçları, hep aynı zincirin halkalarıydı.

Ve işte bugün, 12 Eylül’ün kurduğu vesayet düzeninin üzerine inşa edilmiş bir “tek adam rejimi” ile karşı  karşıyayız. 1980’de yıkılan emekçi hayallerinin yerine kurulan baskı düzeni, şimdi daha da incelmiş, daha da oturmuş, daha da pervasız bir hal almıştır.

2025: Çürümenin tablosu

Bugün ülkenin dört bir yanında kayyum atamalarıyla halk iradesi yok sayılıyor. Seçilmişler tutuklanıyor, muhalif sesler zindanlara dolduruluyor. Üniversiteler, sendikalar, meslek örgütleri birer birer susturuluyor. İşsizlik, enflasyon ve hayat pahalılığı milyonları çaresiz bırakıyor. Çocuklar açlıkla sınanıyor, kadınlar şiddetle, gençler işsizlikle. Toplumun en kırılgan kesimleri—mülteciler, yoksullar, işçiler—sistemin günah keçileri ilan ediliyor.

Ve bütün bu karanlığın üstünde, geçmişten aşina olduğumuz o işbirlikçi düzen yine kendini gösteriyor. Dün IMF reçeteleriyle, bugün çok uluslu rant projeleriyle; dün “istikrar” yalanıyla, bugün “beka” yalanıyla… Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaya devam ediyoruz.

Hafızayı diri tutmak

12 Eylül yalnızca geçmişin bir travması değil, bugünün aynasıdır. Hafızayı diri tutmak, yarını savunmanın tek yoludur. Çünkü dün Hasdal’da, Metris’te Davutpaşa'da, Diyarbakır 'dan Mamak cehennemlerinden işkence görenlerin çığlığı, bugün kayyumla görevden alınan seçilmişlerin çığlığıyla birleşmektedir. Dün grev çadırında bastırılan özgürlük, bugün meydanlarda polis ablukasıyla boğulmaktadır. Dün Amerikancılık adına halkına zulmedenler vardı, bugün kendi iktidar bekası uğruna yine Amerikan emperyalist  yayılmacılığın  şefkatli kollarında aynı zulmü yeniden üretenler var.

12 Eylül kronik bir yaradır. Bu yara kapanmaz, çünkü hâlâ kanamaktadır. Ve bu yara kapanmadıkça, gerçek demokrasi ve adalet mücadelesi güncelliğini korumaktadır.

Ama bu mücadele yalnızca bugünün değil, yarının da mücadelesidir. Çünkü bu ülkenin çocuklarına, torunlarımıza, yani gelecek kuşaklara bir borcumuz var. Onlara, korkunun ve zulmün değil, eşitliğin ve kardeşliğin hüküm sürdüğü bir ülke bırakmak bizim sorumluluğumuzdur. Eğer hafızamızı diri tutmazsak, eğer zulmün üstünü örtmeye izin verirsek, o borcu ödemeden bu dünyadan göçmüş oluruz.

Unutmamak için, unutturmamak için, yarını kurtarmak için  hafızayı diri tutmak zorundayız. Çünkü adalet ve demokrasi bir gün herkese lazım olduğunda ve o gün geldiğinde, gelecek kuşakların yüzüne bakabilmek için bugün susmamak zorundayız. Susanlar ya kötülüğün tarafıdır, yada suç ortağı!

“Gün ola harman ola.”

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *