Yangının orta yerinde

Yangının orta yerindeyiz.
Yaşamımızı idame ettiğimiz dünyamızda ister doğa ister ister insan evladının bilerek ya da bilmeyerek çıkardığı doğal afetlerden biri de yangındır. Önlenebilir mi? Evet kısmen.
Orman yangınlarının tetikleyicisi olan yıldırım düşmesi, uzun süren kuraklık dönemleri, yüksek sıcaklık ve düşük nem oranı gibi meteorolojik faktörler, geniş alanlarda şiddetli yangın oluşumuna neden olur.
‘Yangının çıkması için; yanıcı madde, oksijen ve ısının birlikte olması gerekir. Bunlar yanıcı madde, oksijen ve tutuşturucu kaynaktır. Tutuşma sıcaklığı (ısı), oksijen ve yanıcı madde (yakıt) yeterli miktarda bir araya gelirse yanma olayı meydana gelir. Yanmayı meydana getiren bu üç faktörün oluşturduğu üçgene “Yangın Üçgeni” denir.’ Bütün orman ve çalılıklarda oksijen ve yanıcı madde bolca bulunmaktadır.
Ülkemiz topraklarının bulunduğu bölge son yıllarda kuraklık ve meteorolojik dengesizlik nedeniyle çölleşmeye doğru gitmekte. Merkezi ve yerel yöneticilerin hemen hepsi günü kurtarmaya gittiklerinden akarsu ve yer altı su kaynaklarını hoyratça kullanmakta. Kentleşme, sanayi ve altın madeni arama alanlarını kısıtlamaya gideceklerine daha da genişletip tarım ve ormanlık alanları talan edilmesine izin vermekte.
Ayrıca doğal afetlere karşı kurum kuruluş kurulup yeterli teçhizat alınmadığı yaşanan afet durumlarında açıkça görülmekte. Gerçekten ülkemiz dört bir yandan yangın yerine çevrildi. Yurttaşlarımız yangının ortasında ama hala ormanlıklar maden aramalarına “meclis” kararıyla izin verilmekte.
Ülkemiz yangın yeri.
Bir yanda ormanlık ve tarım alanları yanarken bir yandan komşu ülkelerin savaşları ile ülke ekonomisi daha da dibe gidip açlık ve yoksulluğun çarşıda, pazarda ve evde hissedildiği görülmekte.
1900 yıların başında bir koyup on alacağız diyen yönetici zihniyet vardı. Çok değil 1. pazar paylaşım savaş başlamasıyla “savaş mühendislikleri” fos oldu. Ülke parçalandı ve işgal altına alındı. Savaş tazminatlarını bu ülkenin yurttaşları sırtladı.
1950’li yıllarda “yenidünya kuruluyor bizde yerimizi alıyoruz” dediler. Evet, NATO’ya girmek ve baş jandarma ABD’den hibe almak için sıraya girildi. Bir de okullarda öğrencilere dağıtılması için “süt tozu, un ve vita yağı” alındı. Sonuçta Kore savaşında onlarca insanımız öldü ve sakat kaldı.
1980’li yıllarda kapitalist/emperyalizmin “soğuk savaş” dönemin de 12 Eylül hükümetleri işbaşındaydı. ABD’nin “bizim çocuklar” dedikleri Orta Doğuya gayri resmi dâhil oldu. Ülke içinde bulunan NATO üs ve dinleme tesislerine izin verdi.
Günümüzde ise kurulu sistemin de bir parçası olanlar yönetim mekanizmasında. Bunlar başından beri icazetini “birilerinden” almakta. Birileri “bop” dedi içinde yer aldı. Sonra birileri “hop” dedi durdu. Muhalefetin hemen her kesimiyle sendikasından mesleki örgütlere kadar kullanışlıları kullandı. Dün hakaret ettiğine bugün övgüler dizmekte. Dün ne istedilerse verdim dediklerine dönenleri içine aldı dönmeyenleri içeri aldı.
Toplumsal yaşamda hâkim olan birey ve bencilliği körükledi, gemisini yürütene kaptan dedi.
Bir koyup on alma sevdalıları dün olduğu gibi bugünde olduğundan hep iktidar etrafında dönmekte. Bazen yetmez ama “evet”, bazen de “himaye edilmek” adıyla iktidara yanaşılır.
Ekonomi dibe vurdu. Yani üretim ve tüketim yani çalışanlar yani emeğinden başka bir geliri olmayan, küçük üretici ve esnaf yani yurttaş emeğiyle geçinememekte.
Yöneticiler yönetemediği gibi yönetilenlerde birlik içinde değil. İktidar ve bir kısım muhalefet günü kurtarmaya sorunları yeni gelin misali hala halının altına süpürmekte.
Ülke bir yandan yangınlar nedeniyle ateşler arasında olurken bir yandan da ekonomi ve toplumsal yaşam yani soframız yangın yeri halinde.
Yangından canlılar kaçmaya çalışıyor ya o ağaçlar kaçamayan canlılar.
Yangının orta yerindeyiz, hem orman hem ülke yanmakta.