
Mimarlık bir lüks mü ihtiyaç mı?

Mimarlık, çoğu zaman insanların gözünde sanatsal bir uğraş, gösterişli binalar veya sadece zenginlerin karşılayabileceği bir lüks olarak algılanır. Ancak bu algı, mimarlığın asıl değerini ve toplum için ne kadar vazgeçilmez olduğunu göz ardı eder. Ünlü psikolog Abraham Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramidini bilirsiniz. Piramidin en altında fizyolojik ihtiyaçlar yer alır, ki bunlar barınma,
yiyecek, su, uyku gibi temel fizyolojik ihtiyaçlarımızdır. Barınma, yani “başımızı sokacak bir yer” doğrudan mimarlığın konusudur. Soğuktan, sıcaktan, yağmurdan, rüzgârdan korunmak için bir eve, bir çatıya ihtiyacımız var. Bu en temel ihtiyaç bile bir mimari çözüm gerektirir. Bu noktadan bakıldığında Anadolu’nun küçük bir köyünde yer alan bir ev ile İstanbul’un göbeğindeki bir rezidans da temel ihtiyacımız olan barınma ihtiyacını karşılar. Piramidin ikinci basamağında güvenlik ihtiyaçlarımız yer alır. Bu açıdan yaşadığımız evlerin giriş kontrolünün olması, depreme dayanıklı olması ve yangın, sel gibi felaketlere karşı alınan önlemlerin olması da mimarlığın güvenlik ihtiyacımıza verdiği yanıtlardır. Bir mimarın tasarladığı, yönetmeliklere uygun ve mühendislik hesaplarıyla desteklenmiş bir bina bize bu güvenliği sağlar. Plansız ve denetimsiz yapılar ise bu güvenliği tehdit eder. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak Bolu Kartalkaya Kayak merkezini verebiliriz. Bu piramitte en yukarılara doğru çıkıldıkça ihtiyaçlar somut bir halden soyut bir hale gelir ki üçüncü basamak ait olmak ve sevgi ihtiyacı gibi insan olduğumuzu hissettiğimiz ihtiyaçlarımızdır. Evlerimizi sadece barınmak için kullanmıyoruz, bu alanlarda sevdiklerimizle, ailemizle bir araya geliyoruz. Ayrıca bunu kent ölçeğinde düşünürsek kamusal alanlar da insanların sosyalleştiği, birbirinden haberdar olup aidiyet hissini güçlendiren alanlardır. Dördüncü basamak saygınlık ihtiyacıdır. Nasıl ki yediğimiz yiyecekler, muhatap olduğumuz insanlar hayatımız üzerinde, kendimizde verdiğimiz değer üzerinde etki sahibiyse yaşamış olduğumuz mekanların da üzerimizde büyük etkisi vardır. Bakımsız, kendinize ait bir alanınızın olmadığı bir ofiste çalışmayı mı, yoksa akustik, iklimlendirme gibi konfor şartlarınızın sağlandığı özel bir ofiste çalışmayı mı tercih ederdiniz? Ya da hangi ortamda kendinizi daha özel hissederdiniz? İnsanın kendine verdiği değer bir noktada içsel bir konu olsa da mimari olarak özenle planlanmış bir alanda çalışmak hem sizin için hem de dışardan ofisinize gelen bir müşteri için fark yaratacaktır.
En üst basamak ise kendini gerçekleştirme ihtiyacıdır. Bu, potansiyelimizi sonuna kadar kullanma ve kendimizi ifade etme arzumuzdur. Artık şu dönemde inşa ettiğimiz yapılar barınmanın çok ötesinde, formuyla, kullanıldığı teknoloji ve malzemelerle adeta bir mesaj veriyor. Oval formlu, esnek malzemelerin verdiği etkiyle sivri ve geometrik hatları olan, mermer gibi malzemelerle inşa edilen yapıların verdiği psikolojik etki farklıdır. Örneğin, iyi tasarlanmış bir sanat merkezi ya da bir üniversite kampüsü öğrencilerin öğrenme ve yaratıcılık sürecine katkıda bulunur. Bir farklı örnek olarak da iyi tasarlanmış hastanelerin bilimsel olarak hastaların iyileşme sürecine katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu konu ile ilgili yapılan bir bilimsel çalışmada (Roger Ulrich’in Çalışması- m1984) bir hastane odasında penceresi duvara bakan hastaların penceresi ağaçlık bir alana bakan hastalara göre daha çok ağrı kesici içtiği gözlemlenmişti. Ayrıca doğal ışığın depresyonu azalttığı, uyku kalitesini arttırdığı da...
Görüldüğü üzere mimarlık bu ihtiyaçlar piramidinin en altından en tepeye uzanan bir ihtiyaç listesine hem konu hem de çözüm oluyor. İyi tasarlanmış alanlarda yaşamak da yaşamayı talep etmek de insanın en temel haklarından biri olup sağlıklı, mutlu ve verimli bir yaşam sürmek için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.