
Sürdürülebilir gelenekler

Bir zamanlar evlerin içinde huzurun, eşyaların üzerinde emeğin, sofraların etrafında sevginin kokusu vardı. Şimdi o kokular sandıklara kaldırıldı, hatıralarla birlikte. Zaman akıyor, değişim kaçınılmaz.
Gençler bir uygulamayla ev taşıyor, bir tıkla hayatlarını düzene sokuyor. Bizse hâlâ listeler yapıyoruz, defterlere not alıyoruz, “düşünmek” için sessizliğe ihtiyaç duyuyoruz.Onlar işleri hızla çözüyor; biz önce hissetmeyi, sonra harekete geçmeyi tercih ediyoruz. Farklıyız, evet. Ama eksik değiliz.
Geçmişin, saygının, kıymetin kokusu vardı. Bir evin sessizliği bile saygının işaretiydi. Şimdilerde o koku sanki sandıklara kaldırıldı, hatıralarla birlikte… Dokunduğumuz, beklediğimiz, sabrettiğimiz her şeyde bir anlam vardı. Ve evet, belki de biz hâlâ o kokunun izini sürüyoruz.
İş yerinde hâlâ kâğıt kalem kullanıyorum mesela. O dokunuş bana daha emin, daha sağlam bir kontrol hissi veriyor. Klavyede hız var, ama elde yazının izi başka. O iz, bana ait; düşüncemin ete kemiğe bürünmüş hâli gibi. Hatta bazen bir sayfayı çevirirken çıkan hışırtı, bana hayatta hâlâ bazı şeylerin insan eliyle ilerlediğini hatırlatıyor.
Bizim nesil artık farkında: Elbette değişiyoruz. Ama geçmişten vazgeçmek değil derdimiz; sadece içimize sinen kısımlarını seçiyoruz. Cımbızla ayıklıyoruz adeta. Hem geleneksel olanı sürdürülebilir kılmak istiyoruz hem de bugünün hızına çok geride kalmadan ayak uydurmaya çabalıyoruz.
Bu bir çelişki değil, aslında hayatla kurmaya çalıştığımız zarif bir denge.Gençlerse hayranlık uyandıracak kadar başka bir yolda ilerliyor. Hızlılar, pratikler, netler. Ve belki de en önemlisi: özgürlüğü merkezlerine alıyorlar. "Önce ben" diyerek bireyin değerini yükseltiyorlar. Bu da onların ruhlarını diri tutuyor. Düşüncelerini açıkça ifade etmeleri, kimseyi memnun etmek zorunda hissetmemeleri bir bakıma bizi de cesaretlendiriyor. Onlar bize göre daha net, daha kendine dönük yaşıyorlar.
Ve bu cesaret, gelecek adına umut veriyor.Ama biz de öyle kolay vazgeçmeyiz geçmişten. Bir eski sandalyeyi atmadan önce, onunla geçirilen sohbetleri hatırlarız. Her eşya bir hatıradır bize. Her çatlak, bir anıya açılan kapıdır. O yüzden bazen bir fincanı bile atmaya kıyamayız; çünkü o fincanda bir yaz sabahı içilmiş çayın sıcaklığı kalmıştır.
Bazen düşünüyorum da... botoks oldu sanki geçmiş değerler. Pürüzsüz ama hissiz. Oysa biz o kırışıklıkların içindeki anıyı seviyoruz. Bir çatlakta duran sabrı, bir sessizlikte saklanan sevgiyi… Ve bu yüzden, yeniliğe karşı değiliz ama içimizdeki eski şarkıyı da susturmak istemiyoruz.
Gelenekçilik, gelişime düşman olmak değil. Aksine, yeniliği değerlendirirken kimliğinden kopmamak. Gelenek, hayatın geçmişle olan köprüsüdür. Her adımda “nereden geldiğimizi” hatırlatan bir pusula gibi.
Gençler yeniliğin sesi; bizse derinliğin yankısıyız. Ve iyi ki öyleyiz. Bazı insanlar kalemle not alır çünkü hatırlamak yetmez; hissetmek ister. Kimi değerler nostaljiyle değil, yaşanarak sürdürülebilir. Ve bazen en büyük özgürlük; bir zamanlar neye kıymet verdiğimizi unutmamaktır.
Çünkü biz, hayatı hızla tüketen değil; anlamla biriktirenlerdeniz.
Bir sandıkta saklanan mendil gibiyiz; açılınca geçmişin kokusu yayılır, sarılınca bugüne iyi geliriz. Belki de gençlerle aramızdaki düğüm zorluklara karşı olan efsane keyfimizdir...