
Zirai felaketin bedeli tezgâha yansıdı

Türkiye, dört mevsimi yaşayan nadir coğrafyalardan biri olmasına rağmen, son yıllarda bu mevsimsel çeşitliliğin nimetinden çok külfetini yaşıyor. İklim değişikliği, plansız tarım politikaları, artan girdi maliyetleri ve üstüne bir de doğal afetler eklenince, yaşanan zirai felaketlerin faturası önce çiftçiye, sonra da vatandaşa kesiliyor. Bu yıl da ne yazık ki tablo farklı değil. Don, dolu, kuraklık, sel... Hepsi tarım alanlarını vurdu. Şimdi ise bu felaketlerin sessiz yankısı, pazar tezgâhlarında etiketlere yansıdı.
Bu yıl özellikle İç Anadolu, Ege ve Akdeniz bölgelerinde ciddi anlamda kuraklık yaşandı. Bazı yerlerde yağmur, aylarca toprağa uğramadı. Sonra birden gelen ani sağanaklar sele dönüştü, henüz filizlenmiş ürünleri sürükleyip götürdü. Don olayları ise meyve ağaçlarını kavurdu. Kayısıdan şeftaliye, elmaya kadar birçok üründe rekolte düşüşü yaşandı.
Hal böyle olunca, üretim azaldı. Üretim azaldıkça, piyasadaki ürün arzı düştü. Talep aynı kaldı ama ürün yok. Bu da doğal olarak fiyatların yükselmesine neden oldu. Bugün pazara ya da markete uğrayan herkes bu gerçekle yüzleşiyor. Erik 200 TL, muz 150 TL, çilek 150 TL, kayısı 160 TL, domatesin 80 TL, sivri biber 70 TL’yi buldu. Kiraz daha tezgâha gelmeden lüks meyve kategorisine girdi. Soğan ve patates bile artık dar gelirlinin değil, orta sınıfın bile hesapla aldığı ürünler hâline geldi.
Felaketin asıl mağduru
Vatandaş elbette fiyatlardan şikayetçi. Ancak bu işin en ağır bedelini ödeyen yine çiftçi. Tarlasını eken, borçla gübre alan, mazota her geçen gün daha fazla para ödeyen, umudunu gökyüzüne bağlayan o çiftçi... Zirai afet geldiğinde sadece mahsulünü değil, emeğini, sermayesini, yıl boyu kurduğu hayalini kaybediyor. Devlet destekleri ya yetersiz kalıyor ya da geç geliyor. Sigortası olan bir nebze nefes alıyor, olmayan ise iflasın eşiğinde.
Birçok çiftçi bu yıl tarımı bırakmayı düşünüyor. Gençler köyde kalmak istemiyor, kırsalda üretim cazibesini yitiriyor. Türkiye, tarımsal üretimde dışa bağımlı hâle geliyor. Oysa bu topraklar, kendi kendine yetebilecek potansiyele sahip. Ama bu potansiyel, akılcı ve sürdürülebilir bir tarım politikasıyla desteklenmediği sürece her yıl aynı döngü yaşanacak: Felaket, ürün kaybı, fiyat artışı, halkta tepki...
Çözüm nerede?
Artık günü kurtaran pansuman politikalarla değil, uzun vadeli planlarla ilerlemek zorundayız. Çiftçiyi sadece zarar ettiğinde değil, kazandığında da desteklemek gerek. Tarım sigortalarının kapsamı genişletilmeli, iklim değişikliğine karşı dirençli tohumlar ve tarım teknikleri yaygınlaştırılmalı. Bilim ve teknoloji üretimin her adımında yer almalı.
Ayrıca, gıda fiyatlarının sadece arz-talep dengesiyle değil, aracılarla da şekillendiği unutulmamalı. Tarladan çıkan ürün ile tezgâhtaki fiyat arasındaki uçurum, üretici ile tüketici arasındaki kopukluğun en somut göstergesi. Bu zincir şeffaf hâle getirilmeli, denetlenmeli.
Son söz: Zirai felaketlerin yarattığı hasarın etkisi sadece bir mevsimlik değil. Tarımda yaşanan her kriz, soframıza gecikmeli ama sert bir şekilde yansıyor. Tezgâhtaki yüksek fiyatlar bir sonuç. O sonucun gerisinde ise alın teri döken ama karşılığını alamayan binlerce çiftçinin dramı var. İklimle savaşamayız, ama ona karşı önlem alabiliriz. Üretimi kaderine terk etmek yerine, akılcı politikalarla güçlendirebiliriz. Çünkü bu felaketin bedelini hepimiz ödüyoruz kimi tarlada, kimi pazarda…