
19 Mayıs illüzyonu

Yine bir 19 Mayıs… Her yıl aynı törenler, aynı nutuklar, aynı “gençlik” vurgusu. “Ey Türk Gençliği!” diye başlayan o meşhur hitabe, sanki tüm gençler aynı geçmişten, aynı hayattan, aynı aileden gelmiş gibi tekrar tekrar okunur. Ve devam eder” Türk önde, Türk ileri”.
19 Mayıs 1919, modern Türkiye'nin resmi anlatısında bir “kurtuluş” ve “kuruluş” miladı olarak yer alır. Atatürk'ün Samsun’a çıkışı, emperyalizme karşı mücadelenin ilk adımı kabul edilir. Kendisine doğum tarihi sorulduğunda bugünü işaret etmesi de bundandır. İlk kez 1926’da Samsun’da “Gazi Günü” olarak kutlanan bu tarih, 1935’te “Atatürk Günü” adını alarak resmileşir. 20 Haziran 1938’de çıkarılan yasayla “Gençlik ve Spor Bayramı’na dönüştürülür. 1981 yılında ise, 12 Eylül 1980 de gençliğin en büyük düşmanları olarak tarihe geçen faşist darbeciler tarafından bugünkü halini alır: “19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı”.
Cumhuriyetin ilk döneminde bugüne, özellikle gençliğe adanmış, “Ey Türk Gençliği!” hitabesiyle gençliğe tarihsel bir misyon yüklenmiştir: Cumhuriyeti korumak ve yaşatmak. Ancak bu bakış açısı, tekil bir “gençlik” varsayımına dayanır. Çoğulculuktan uzak, devletin ideolojik çizgisiyle şekillenen bir “ideal gençlik” tahayyülüdür. Bu tahayyül, ekonomik, siyasi ve kültürel olarak tek tipleştirilmiş bir gençliği ifade eder. Oysa hayat bambaşka akmaktadır. Hepimiz tek tip “ TÜRK olsak bile, sosyolojik , sınıfsal farklılıklar ve gelir dağılımdaki adaletsiz paylaşım çatışmayı kaçınılmaz kılar.
Günümüzde 19 Mayıs, resmi bir lise töreni olmaktan çıkıp, iktidarın Cumhuriyetin kurucu değerleriyle olan mesafesi nedeniyle, muhalefet için bir direnç ve simge gününe dönüşmüştür. Diğer millî bayramlar gibi, bugün de Atatürkçü reflekslerin, iktidar karşıtı eylemlerin adresi haline gelmiştir.
Ancak gençlik toplumdan bağımsız değildir. Dünde, bugünün Türkiye’sinde de gençlik homojen değildi; sınıfsal, kültürel, etnik ve ideolojik olarak çok parçalıdır. Örneğin muhafazakâr-dinci gençlik, seksen yıldır sağ iktidarların sürekliliğini sağlayan bir zemindir. Bugünkü iktidar ise bu zemini daha da derinleştirmiş, din temelli eğitim kurumları ve Osmanlı nostaljisiyle şekillenen, lidere biat eden, Batı karşıtı ve itaatkâr bir gençlik modeli üretmiş ve devam ediyor. Ekonomik alt yapısı kapitalizm, siyaseti tek adam, ideolojisi din ve milliyetçilik.
Bir de diğer yüzü vardır gençliğin: sistemin dışladığı, bastırdığı, görünmez kıldığı çoğunluk. Kimilerinin damarlarında “muhtaç olunan kudret” değil, işsizlik, yoksulluk, umutsuzluk dolaşır. Kimi cezaevindedir, kimi polis şiddetinin hedefi. Kimi hayalsizliğe, kimi madde bağımlılığına, kimi çeteleşmeye sürüklenmiştir. Kimisi çocuk yaşta evlendirilmiş, kimisi 15’inde hamile kalmıştır. Kimi işsizdir, köylerde kimsesiz sahipsizdir, çıraklık ve staj sömürüsünün ucuz iş gücüdür. İş cinayetlerine ecelsiz gidenlerin sermaye çarkının isimsiz kurbanlarıdır. Ya da eline silah verip ölmeye ve öldürmeye gönderilen sistemin militarist kurbanları.
Bu ülkede en zeki gençler üniversiteye adım atar atmaz copla tanışır. En dürüst olanı yurtdışına çıkmanın yolunu arar. En yoksul olanı ya bedenini ya da emeğini satar. Ve her yıl bu gençliğe bir “bayram” verilir. Ama o bayramda ne eşitlik vardır ne gelecek ne de umut.
Gençlik çoğu zaman sistemin “koruyucu askeri” yapılmak istenmiştir: Milliyetçi söylemlerle, dini hamasetle, darbe rejimlerinin baskısıyla. Ama gençlik gerçekten sorgulamaya, düşünmeye, değiştirmeye kalktığında ya darağacı kurulmuştur ya cezaevleri ya da “terörist” yaftasıyla susturulmuştur. “Gençliğe armağan edilen” bayram, gerçekte sistemin kendisini yeniden üretme aracına dönüşmüştür. Çünkü iktidarlar bilir: Gençlik yaşlıların kontrolünde ve iktidarlarına hizmet ettiği sürece teminattır. Bir tık ötesi “cahil cühela, yıkıcı, bölücü, terörist.”
Oysa gençlik sadece bir ülkenin, bir aidiyetin, etnik grubun, bir dini cemaatin malı değildir. Yeryüzünün sürdürebilirliğinin motor gücüdür. Evrensel ölçekte sorgulayan, eleştiren ve değiştirme iradesine sahip devriye gücüdür. Görevi devleti ya da düzeni korumak değil, toplumu ileriye taşıyacak fikirleri ve eylemleri üretmektir. Buda temel haklarla olur.
Özgür, bilimsel ve anadilinde eğitim, İfade ve örgütlenme özgürlüğü, Güvenceli iş ve gelecek. Barış ve eşit yurttaşlık, Doğayla uyumlu bir yaşam, Sanat, kültür ve bilgiye erişim, barış içinde eşit adil gelecek hakkıdır. Bu haklar, yalnızca “makbul” gençlik için değil, tüm gençler için geçerli olacak ekonomik, siyasal toplumsal haklar toplamıdır...
Gençlik: “Gençlik geleceğin teminatıdır” sözü, gençliği edilgen bir bekleyiş nesnesine indirger. Oysa gençlik, bugünün değiştirici gücüdür. Şu an yaşamaktadır ve şu an haklarını istemektedir. Onu geleceğe saklamak değil, bugünle mücadele etmek gerekir.
Sonuç yerine:
19 Mayıs ve gençlik söylemi, Türkiye’de resmî ideolojinin idealize ettiği tek tip bir gençlik üzerinden şekillenmiştir. Oysa gerçek gençlik çoğuldur, farklıdır, eşitsizliklerle yoğrulmuştur ve mücadele etmektedir. Gerçek bir “Gençlik Bayramı”, ancak tüm gençlerin eşit haklara kavuştuğu, hiçbirinin dilinden, kimliğinden, sınıfından ya da inancından dolayı dışlanmadığı bir ülkede ve dünyada anlam kazanabilir. Ve o bayramı, belki de gençler kendileri ilan edecektir — sistemin değil. Halkların ve hayatın gençleri. Bu siyasal, ekonomik sistemde ve muhalefetin değişmesini istediği gelecekte bu mümkün mü? 23 yıllık yıkımın restorasyonunu önerenlerle mümkün görünmüyor dersek kendimizi kandırmış olmayız!