
TRT Türk’te İletişimsizlik Koordinatörü

Ankara yollarına düşmemizin sebebi basitti: Yeni kurduğumuz yapım şirketimizle, “Gurbete Gelin Oldum” isimli kültürel bir belgesel formatını TRT TÜRK ekranlarına taşımaktı niyetimiz. Projemizi, iyi niyetle, emeğimizle, niyetimizin samimiyetiyle sunduk.
Program sunum dosyasının sonunda da, tevazu içinde “Biz Kimiz?” başlıklı bir bölüm eklemiştik. Henüz genç bir yapım şirketiyiz. Yeni kurulduk. Ve amacımız bu formatı TRT TÜRK ekranlarında hayata geçirmekti. İşte hepsi bu.
Ama o an geldiğinde, dosyayı şöyle bir aldı eline, sonra tepeden bir bakış, küçümseyici bir ses tonuyla dedi ki:
“Biz kimiz? Kim? Ne demek bu? Ben hiçbir şey anlamıyorum.”
Yani nezaketsizlik öyle kelimelerle sınırlı değildi, tavrın ta kendisiydi.
O andan itibaren anladım ki ben, oraya bir proje sunmaya değil, bir ders almaya çağrılmışım.
Dersin adı: “Kabalık 101 – TRT TÜRK versiyonu.”
TRT TÜRK’ün İletişim Koordinatörü Bülent Ata, orada bir yöneticiden çok bir “üstat”, bir “müfettiş”, bir “bilge” gibi oturuyordu. Ve tabii biz, onun gözünde cahil, anlamayan, haddini bilmeyen figüranlardık.
Oysa biz böyle görmedik hayatı. Görgü, bizim kuşaktan önceki kuşağın bize bıraktığı en büyük mirastı.
Bir yere davet edilen kişi, nazikçe ağırlanır, nezaketle konuşulur, uğurlanırken insana yakışır bir veda edilir.
Ama Sayın Ata’nın lügatında bu kelimelere rastlamak pek mümkün değilmiş.
Bir makam sahibi olarak odasına davet ettiği bir insana, “Sizin benim makamımda gözünüz mü var?” diyecek kadar kontrolsüz, “Ne istiyorsunuz, paramı mı?” diyecek kadar seviyesiz cümleler kurdu.
Yani sırf bir projemiz var diye, sanki TRT TÜRK’ü ele geçirmeye gelmişiz gibi bir muamele gördük.
Herhalde o koltuktan gitmesini bekleyen o kadar çok insan var ki etrafında, artık Ankara dışından gelen herhangi biri bile gözünde bir tehdit gibi büyüyor.
Oysa bizim amacımız çok netti: İçeriğimizi sunmak, değerlendirilsin, uygun değilse nazikçe ifade edilsin ve yollar ayrılır. Kimsenin kimsenin makamında gözü yok. Olmadı, olmayacak. Bizim gözümüz emekte, üretimde, projede. Sadece saygı görmek istedik. Hepsi bu.
Ama saygı, bazı insanların dünyasına uğramıyor işte.
Ben konuşmaya başladığımda, artık bardağı taşıran son damlayı koymak zorundaydım:
“Ben Ankara’ya kimseden ders almaya gelmedim. Ben kaba bir yöneticinin aşağılayıcı üslubunu dinlemeye gelmedim. Ben buraya TRT TÜRK ekranlarında yayınlanması için geliştirilmiş bir kültür projesini sunmaya geldim.”
Ama belli ki Sayın Ata, bu süreci çoktan kişiselleştirmişti.
Belki de bu tepkinin arkasında, benim daha önce doğrudan bağlı olduğu Daire Başkanlığı’nı aramam yatıyordu.
Belki de tüm sorun, biz ona ulaşmaya çalışırken, onun bize ulaşmamasıydı.
Ki tam olarak da bu: TRT TÜRK bir kamu kurumu ama dışarıdan biriyle nasıl iletişim kurulur, bu konuda kendi yöneticilerinin dahi bir fikri yok gibi.
TRT TÜRK, iletişim üzerine yayınlar yapan bir kanal ama içinde iletişimi beceremeyen bir İletişim Koordinatörü var.
Buyurun çelişkinin daniskasına.
İletişim dediğiniz şey, üstünlük kurma yarışı değildir.
Program beğenilmediyse “Serhat Bey, teşekkür ederiz ama şu an konseptimize uygun görmedik” dersiniz.
Biz de anlarız.
Saygıyla teşekkür ederiz.
Belki başka bir projede yollar kesişir.
Ama bu yapılan; egosuyla, paranoyasıyla, üstten bakan üslubuyla bir yöneticinin kibir gösterisinden başka bir şey değildi.
Ve bu kibir, yalnızca kişisel değil, kurumsal itibar kaybıdır aynı zamanda.
Buradan TRT TÜRK yönetimine, TRT’nin İletişim Daire Başkanlığı’na ve Sayın Fahrettin Altun’a açık çağrımdır:
Bir iletişimci, gerçekten iletişim kuramıyorsa, orada ciddi bir problem vardır.
Sayın Bülent Ata’nın davranışı, bir kişinin değil, bir sistemin çarpıklığıdır.
Bu kurumda içerik üretmek isteyen yapımcılara yöneltilen bu kibirli tavır; ne TRT’ye, ne kamu yayıncılığına, ne de Türkiye’nin kültürel değerlerine yakışır