Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Ara

Mühendislerden mülkiyelilere

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Mühendislerden mülkiyelilere

1980 sonrasında Türkiye’nin siyaset sahnesinde yaşanan dönüşümler, sadece iktidar değişimlerini ya da partiler arası rekabeti anlatmakla kalmaz; aynı zamanda ülkeyi yöneten aktörlerin zihniyet dünyasında, karar alma biçimlerinde ve yönetim anlayışlarında yaşanan derin bir değişimin de izlerini taşır. Bu dönüşümün en belirgin göstergelerinden biri ise, hiç kuşkusuz, mühendis kökenli siyasetçilerden mülkiyeci (siyaset bilimi, kamu yönetimi, iktisat, hukuk temelli) siyasetçilere doğru gerçekleşen profil kaymasıdır. 

Nilüfer Göle, “Mühendisler ve İdeolojiler” adlı klasikleşmiş çalışmasında Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren mühendis kimliğinin Türkiye modernleşmesinde oynadığı merkezi role dikkat çeker. Ona göre mühendis, “inşa eden, düzenleyen, rasyonelleştiren” bir zihniyetin temsilcisidir. Devlet-toplum ilişkilerini teknik bir problem gibi ele alan bu yaklaşım, uzun yıllar Türkiye’nin kalkınmacı siyaset anlayışını belirlemiştir. Cumhuriyet elitlerinin mühendis kimliği, ulusun yeniden yapılanma sürecinde bir ideal tip olarak görülmüş; sorunların çözümü teknik kapasite, planlama ve bilimsel yöntemlerle ilişkilendirilmiştir.
Ancak 1990 sonrası Türkiye’ye baktığımızda, bu mühendis merkezli yaklaşımın yerini yavaş yavaş mülkiyeci aklın aldığı görülür. Mülkiyeciler, siyasal alanın teknik değil, toplumsal ve kültürel bileşenlerden oluştuğunun farkında olan; yönetimi planlamadan ziyade ilişkiler, müzakere, bürokratik tecrübe ve siyasal denge üzerinden kuran bir zihniyeti temsil ederler. 

1980 sonrasında Türkiye ekonomide piyasa odaklı bir modele yöneldi. Devletin planlayıcı rolünün geri çekilmesi, teknokrat-mühendis geleneğinin etkisini azalttı. Yerine, siyasal iletişimi yöneten, toplumsal talepleri okuyabilen, merkezi bürokrasiden gelen “yönetici” profili öne çıktı. Mülkiyeciler bu yeni dönemin ruhuna daha uygun figürlerdi. 

Göle’nin de vurguladığı gibi mühendis kimliği, toplumun kültürel çeşitliliğini çoğu zaman “problematik” bir alan olarak görür. Oysa 1990 sonrasında Türkiye’de kimlik siyaseti, kültürel talepler ve yerel dinamikler yükseldi. Bu süreç, teknik çözümler üreten mühendis aklını geri plana iterken, siyasal sosyolojiyi merkeze alan mülkiyeci yaklaşımları ön plana çıkardı. 

Kamu yönetimi kökenli kadrolar, merkezi idarenin işleyişini, hukuki çerçeveyi ve devlet-toplum ilişkilerini çok daha detaylı bilen birikime sahipti. Siyasetin kurumsal dilinin güçlenmesiyle beraber, mülkiyeciler sadece teknik değil, aynı zamanda siyasal aktör olarak yükseldi. 

1990 sonrası toplumsal dönüşüm, siyasetçinin iletişim yeteneğini, toplumla kurduğu bağı ve siyasal dilini belirleyen yeni bir alan oluşturdu. Bu yeni alan, teknik akıldan çok toplumsal okuma becerisi gerektiriyordu.

Mühendis akıl ile mülkiyeci aklın sentezi mümkün mü?
Mühendis akıl rasyonelliği, planlamayı ve çözüm odaklılığı temsil ederken; mülkiyeci akıl siyasal gerçekliği, toplumsal dokuyu ve kurumsal sürekliliği temsil eder. Bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan şey ise bu iki geleneğin sert bir ayrımı değil, tam tersine bir bütünleşme arayışıdır.
Göle’nin ifadesiyle modernleşme, hiçbir zaman tek bir aklın, tek bir disiplinin veya tek bir elit tipinin tekelinde gelişmez. Bu nedenle Türkiye siyaseti, artık tek tip bir siyasetçi profiliyle değil; çok disiplinli, çok katmanlı bir yönetim anlayışıyla yol alabilir. 

1990 sonrası mühendislerden mülkiyelilere doğru yaşanan geçiş, aslında Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal yönelimlerinin doğal bir sonucudur. Bu geçiş, bir dönemin kalkınmacı, planlamacı devlet aklından; daha siyasal, daha kurumsal ve daha müzakereci bir devlet aklına doğru gerçekleştiğini gösterir.

Nilüfer Göle’nin çalışması bize şunu hatırlatır:

Toplum değiştikçe siyasetçinin niteliği, bakışı ve pratiği de değişir. Bugünkü siyasal tartışmalar da, arka planda devam eden bu tarihsel dönüşümün izlerini taşımaya devam etmektedir.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *