Kolektif iradenin eksikliği ve bitmeyen “Kurtarıcı” arayışı
Toplum olarak temel bir alışkanlığımız var: Kurtarıcı beklemek.
Siyasette, ticarette, bürokraside, sivil toplum kuruluşlarında hatta spor kulüplerinde…
Hangi alana bakarsak bakalım, sorumluluğu paylaşmak yerine çözümü hep bir “kurtarıcı lider” figürüne havale ediyoruz.
Oysa insanlık tarihi bize şunu açıkça gösteriyor: İnanç, ahlak, yönetim, ekonomi ve toplumsal hayatta her buhran döneminde ortaya çıkan “kurtarıcı” arayışı, uzun vadede toplumlara faydadan çok zarar getirmiştir. Avrupa’da yaşanan ihtilaller, devrimler ve dönüşümler sonrasında bu gerçek fark edilmiş; krizlerin çözümünün bir kurtarıcıya değil, bilime, üretime, hukuka, kurumsallığa ve kolektif akla dayandığı görülmüştür. Bu dönüşüm yalnızca yöneticilerin değil; halkın, sivil toplum örgütlerinin ve kurumların birlikte çabasıyla gerçekleşmiştir.
Bugün ise hâlâ aynı döngünün içindeyiz.
Toplumsal gelişmişliği sağlayacak olan siyasal ve ekonomik reformlar için dahi bir kurtarıcı bekleniyor. Bu da hem kişilerin sorumluluk bilincini zayıflatıyor hem de toplumsal iradeyi işlevsizleştiriyor. Kurumların etkinliği azalıyor, yurttaşlar ise çözüm üretmek yerine bir kurtarıcı liderin gelip tüm sorunları “tek hamlede” düzelteceğine inanıyor.
Tarihin en çarpıcı örneklerinden biri olarak Almanya’nın 20. yüzyıl başındaki ekonomik buhranı ve siyasi istikrarsızlığı, Hitler’in “kurtarıcı” rolüyle ortaya çıkmasına zemin hazırlamış; sonuç ise tüm dünyanın tanık olduğu büyük bir yıkım olmuştur.
Kurtarıcıya duyulan ihtiyaç büyüdükçe, toplumsal akıl o ölçüde köreliyor, eleştirel düşünce yerini kayıtsız itaate bırakıyor.
Ancak savaşın ardından Almanya, bu acı tecrübeden önemli bir ders çıkarmış ve yeniden bir kurtarıcıya sarılmak yerine kolektif iradeyi, kamusal hukuku, güçlü kurumları ve sivil toplumun ortak aklını esas alan bir model inşa etmiştir.
Bu yeni yaklaşım, Almanya’yı yalnızca ekonomik açıdan değil, toplumsal yaşam, bireysel haklar ve demokratik kültür bakımından da güçlü bir ülke haline getirmiştir. Bugün Almanya’nın başarısının temelinde yatan şey; bir kurtarıcının karizması değil, toplumun tüm katmanlarının sorumluluk alması, kurumların şeffaf ve etkin çalışması ve kamusal aklın ortaklaşa işletilmesidir.
“Kurtarıcı” arayışı, sadece siyasi alanı değil, yurttaşlık bilincini de aşındırıyor.
Toplumu ayakta tutan hukukun, kuralların, yasaların ve kurumsal yapıların yerini zamanla “nasıl olsa biri gelir ve çözer” anlayışı alıyor. Böyle durumlarda demokrasi zarar görüyor, sivil toplum güçsüzleşiyor, bireyler özne olmaktan çıkıp edilgen birer figüre dönüşüyor.
Oysa unutmayalım:
Toplumların kurtuluşu, özgürlüğü ve kalkınması; kurtarıcının iradesinde değil, halkın ortak bilincinde, bireylerin sorumluluk duygusunda ve kurumların sağlıklı işleyişinde saklıdır.
Toplumsal değişimin gerçek mimarı; kurtarıcıyı bekleyen değil, sorumluluk alarak kaderine yön veren kişilerdir.
Bizi kurtaracak olan ne bir kurtarıcı, ne bir kahraman, ne de bir mucizedir.
Bizi kurtaracak olan; ahlaki ilkelerimiz, emek verip üretme kararlılığımız, insani, vicdani ve empati temelli duruşumuz ile ortak aklın rehberliğidir.