Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Açık
15°
Ara

Tüketerek var olmak

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Tüketerek var olmak

Toplumları tanımanın en kolay yollarından biri, onların neyi, nasıl tükettiklerine bakmaktır. Çünkü tüketim, yalnızca ekonomik bir faaliyet değil; kültürel, psikolojik ve sosyolojik bir göstergedir. İnsanların kazandıklarıyla değil, kazandıklarını nasıl tükettikleriyle kim olduklarını, nelere değer verdiklerini, hangi duygularla hareket ettiklerini anlamak mümkündür.

Bugün artık kazançla tüketim arasındaki denge neredeyse tamamen bozulmuş durumda. Gelir düzeyinden bağımsız olarak, gösterişe dayalı bir tüketim anlayışı toplumun her katmanına sirayet etmiş durumda. Bu eğilim sadece zenginler, siyasetçiler ya da iş insanlarıyla sınırlı değil; orta sınıftan dar gelirliye kadar geniş bir kesim “görünür olma” isteğini, tüketim yoluyla karşılamaya çalışıyor.

Oysa geçtiğimiz günlerde dünya basınında dikkat çeken bir ayrıntı vardı: Japonya Başbakanı ile Donald Trump’ın buluşması… İki farklı dünyanın iki farklı temsilcisi. Biri, Batı’nın şatafatı ve gösterişini temsil ederken; diğeri, Doğu’nun sadelik ve tevazu kültürünü yansıtıyordu. Japon liderin mütevazı toplantı alanı, gösterişten uzak tavırları; tüketim ve israf anlayışındaki farkı gözler önüne seriyordu. Aynı şekilde Almanya Başbakanı’nın kendi valizini kendisinin taşıması da bu farkın bir başka göstergesiydi. Aslında bu küçük detaylar, toplumların değerler sistemine dair büyük şeyler anlatır.

Ne var ki bizde durum oldukça farklı. Özellikle Doğu toplumlarında, lüks ve gösteriş bir yaşam biçimine, hatta bir var olma biçimine dönüşmüş durumda. Sanki sade yaşamak yoksulluğun; gösterişli yaşamak ise gücün sembolüymüş gibi bir algı hâkim. Sosyal medyada paylaşılan lüks restoran fotoğrafları, marka takıntısı, son model arabalar ya da sadece görünmek için düzenlenen davetler… Bunların hepsi bir “rüşt ispatı” çabasının ürünü. Artık insanlar kim olduklarını değil, kimmiş gibi görünmek istediklerini pazarlıyorlar.


Toplumsal olarak bu kadar tüketim odaklı hale gelmemizin temelinde bir “tanınma” isteği yatıyor. Modern insan, ait olduğu toplulukta kabul görmek, fark edilmek, takdir edilmek istiyor. Bunu bilgiyle, üretimle ya da değer üretmekle değil; çoğu zaman tüketimle sağlamaya çalışıyor. Çünkü günümüz toplumunda değerler, artık görünürlük üzerinden ölçülüyor. Ne kadar çok harcarsan, o kadar varsın. Ne kadar gösterişli yaşarsan, o kadar güçlüsün.

Oysa sade yaşam, insanın kendisiyle barışık olmasının bir yansımasıdır. İsraftan uzak durmak, sadece ekonomik değil, ahlaki bir tutumdur. Japonya’da ya da Almanya’da gördüğümüz bu mütevazılık, aslında güçlü toplumların ortak özelliğidir. Çünkü onlar bilir ki güç, gösterişle değil, üretimle; zenginlik, tüketimle değil, paylaşmakla anlam kazanır.

Bizim yeniden hatırlamamız gereken şey, tüketimin kimliğimizin değil, ihtiyaçlarımızın bir yansıması olduğudur. Kişi ya da toplum, lüksle değil, ürettiği değerle var olur. Gösterişin değil, tevazuunun erdem olduğunu yeniden öğrenmedikçe; ekonomik refahın ötesinde kültürel ve ahlaki bir yoksulluk içinde yaşamaya devam ederiz.


 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *