
Direnişin öteki adı: Sumud

Gazze, haritalarda küçük bir nokta… ama dünyanın vicdanını sarsan en büyük sorulardan biri orada yankılanıyor: Bir halk ne kadar dayanabilir?
Yıllardır abluka altında yaşayan, elektriği, suyu, ilaçları kısıtlanan, limanı kapatılmış o küçük toprak parçası, insanlığın en uzun süren vicdan sınavlarından birine dönüştü. Ve işte tam da bu yüzden, denize açılan her küçük tekne, aslında bir milletin değil, bir insanlık idealinin sembolü oldu.
Bu yıl yola çıkan Sumud Filosu da böyle bir idealin deniz üzerindeki yankısıydı. Adı Arapçada “direniş” ya da “sebat” anlamına gelen sumud, yalnızca bir sözcük değil, bir varoluş biçimi. Yıkılmadan, kaçmadan, vazgeçmeden kalabilmek… Filistin’in tarihine kazınmış bir duruş. Ve bu duruş, bu kez Akdeniz’in dalgalarıyla birleşti.
Bir geminin taşıdığı vicdan
Sumud Filosu, dünyanın dört bir yanından yüzlerce gönüllüyü bir araya getirdi. Norveç’ten, Türkiye’den, Güney Afrika’dan, Endonezya’dan insanlar, tek bir amaçla toplandı: Gazze’ye insani yardım ulaştırmak ve ablukayı sembolik olarak kırmak.
Ama bu yolculuk, yalnızca birkaç ton gıda ya da ilaç taşımakla ilgili değildi. Bu yolculuk, sessiz kalmamakla ilgiliydi.
Çünkü bazı anlarda susmak da suçtur.
Ve bazı denizler, sessizliğin değil, cesaretin sesini taşır.
Bu yüzden o gemiler aslında yardım değil; umut taşıyordu.
Ve her bir yolcu, insanlığın ortak utancına karşı sessiz bir çığlık gibiydi.
Mavi Marmara’nın yankısı Sumud’un sözüdür
Hafızalarımızda hâlâ taze: 2010’da Mavi Marmara’ya yapılan saldırı, uluslararası sularda gerçekleşmiş bir insanlık dramıydı. O günden sonra deniz, Filistin’e giden yolun hem umut hem de tehlike taşıdığını gösterdi.
Sumud Filosu da bu mirasın devamı olarak yola çıktı; farkı şu ki, artık mesele sadece bir geminin ulaşması değil, bir düşüncenin yaşamasıydı.
Gazze’ye ulaşmak bazen mümkün olmuyor — ama direnişin fikri, denizin enginliğinde bile yankılanabiliyor.
İnsanlığın ortak sınavı
Bugün dünya, bir kez daha o sınavla karşı karşıya:
Gazze’de çocuklar açken, denizlere açılan vicdan gemilerine saldırmak nasıl bir “güvenlik gerekçesiyle” açıklanabilir?
Hangi hukuk, hangi devlet politikası, bir annenin çocuğuna süt götürmek isteyen insanlara mermi doğrultmayı meşru kılabilir?
Uluslararası kurumlar sessiz, büyük devletler meşgul, medya ise çoğu zaman yönünü kaybetmiş durumda.
Ama denizde bir grup insan hâlâ direniyor.
Sadece Gazze için değil, insanlığın onuru için.
Bir halkın sessiz haykırışı
“Sumud” belki de bu çağın en sade ama en güçlü kavramı.
Bir halkın varlığını koruma iradesi.
Bir insanın toprağına, kimliğine, geleceğine sarılma kararlılığı.
Ve bugün bu kelime, denizlerde yankılanıyor.
İsrail’in her müdahalesi, her engellemesi, aslında bu iradeyi kıramıyor; tam tersine güçlendiriyor.
Çünkü bir fikri, bir insanlık çağrısını silahla durduramazsınız.
Tıpkı bir dalganın önüne beton örülemeyeceği gibi.
Deniz yolu kapansa da...
Belki o gemiler Gazze’ye ulaşamayacak.
Belki bazıları limana varmadan durdurulacak, bazıları el konulacak.
Ama önemli olan bu değil.
Önemli olan, denizlerin bile adalet arayışına sahne olması.
Önemli olan, bir yerlerde hâlâ “susmamak” için yola çıkan insanların var olması.
Gazze’nin karasında kurşun, denizinde abluka, gökyüzünde drone var.
Ama bir şey var ki, onu hiçbir güç durduramıyor:
İnsan olmanın ısrarı.
Ve belki de Sumud’un gerçek anlamı tam burada saklı:
Yıkılsa da yeniden başlamak.
Yas tutsa da umut etmek.
Susturulsa da haykırmak.
Gazze’nin suları belki hâlâ kapalı, ama denizlerin vicdanı açık.
O vicdanın adı da artık belli: Sumud.