Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Kısa süreli hafif yoğunluklu yağmur
12°
Ara

Adalet var diyebilir misiniz?

YAYINLAMA:
Adalet var diyebilir misiniz?

Son dönemde Türkiye’de yargı kararlarıyla ilgili yaşanan gelişmeler, kamuoyunda adalet duygusunun derinden sarsılmasına neden oluyor. Gazeteci Fatih Altaylı’nın tutukluluğunun devamına karar verilmesi ve menajer Ayşe Barım’ın önce tahliye edilip sonra yeniden tutuklanması, yargının istikrarsız, öngörülemez ve siyasi etkilerden arındırılmamış bir şekilde çalıştığına dair ciddi soru işaretleri yaratıyor.

Her iki isim de kamuoyunun yakından tanıdığı kişiler. Ancak mesele, kişilerin kim olduğunun ötesinde, yargının bu kişilere nasıl muamele ettiğinde düğümleniyor. Zira temel sorun, hukukun herkese eşit uygulanıp uygulanmadığı ve mahkemelerin siyasi baskıdan ne ölçüde bağımsız olduğu sorusunda yatıyor.

Fatih Altaylı’nın tutukluluk halinin sürdürülmesi, tutuklamanın artık bir "istisna" değil, "kural" haline geldiğini gösteriyor. Oysa ki Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları açık: Tutuklama, ancak son çare olarak başvurulması gereken bir önlemdir. Buna rağmen, özellikle muhalif ya da eleştirel kimliğiyle bilinen kişiler için tutuklama, adeta bir cezalandırma aracı gibi kullanılıyor.

Benzer şekilde Ayşe Barım örneğinde görüldüğü üzere, yargının çelişkili kararları da güven sarsıcı nitelikte. Bir gün tahliye edilen bir kişinin ertesi gün yeniden tutuklanması, mahkemelerin kararlarında ne denli tutarlı ve objektif olduğuna dair endişeleri derinleştiriyor. Bu kararlar, hukuk devletinin olmazsa olmazı olan öngörülebilirlik ilkesini zedeliyor.

Bu örnekler münferit gibi görünse de, Türkiye’de yargıya olan güvenin son yıllarda ciddi biçimde erozyona uğradığını gösteren birçok vakadan yalnızca birkaçı. Hukukun üstünlüğü ilkesi, yalnızca yasaların varlığıyla değil, bu yasaların adil, tarafsız ve tutarlı biçimde uygulanmasıyla hayata geçer. Aksi halde, hukuk sistemi, adaleti sağlamak yerine, adaletsizliğin aracı haline gelir.

Ne yazık ki bugün Türkiye'de mahkemelere güven duyulmadığı gibi, "adalet" kavramı da giderek daha fazla tartışmaya açılıyor. İnsanlar, haklarını yargı yoluyla aramak yerine, sessiz kalmayı ya da başka yolları tercih etmeye başlıyor. Bu da hem bireysel hem toplumsal düzeyde büyük bir çöküşün habercisidir.

Gerçek bir hukuk devleti, siyasi iktidarın değil, hukuk kurallarının egemen olduğu bir düzendir. Ve bu düzenin en temel taşı, halkın yargıya duyduğu güvendir. Bu güvenin sarsılması, yalnızca yargının değil, demokrasinin de altını oyacaktır.

Bugün yapılması gereken, yargıyı siyasetin gölgesinden kurtarmak, hukuk kurumlarını tarafsız ve bağımsız bir yapıya kavuşturmak ve herkese eşit şekilde işleyen bir adalet sistemini yeniden inşa etmektir. Aksi takdirde, "adalet mülkün temeli" olmaktan çıkar ve bir ülkenin temelleri ciddi şekilde sarsılır.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *