
Deprem öldürmez unutmak öldürür

2 Ekim’de İstanbul yeniden sallandı. Beş büyüklüğünde bir deprem… Kimi için sıradan bir titreşim, kimi için yüreğin derinlerinde patlayan bir korku. Hepimiz biliyoruz ki bu toprakların kaderinde deprem var. Ama aynı zamanda unutmaya, ertelemeye, görmezden gelmeye de ne yazık ki yatkınız.
Yerin altındaki fay hattı aslında bize sürekli bir şey fısıldıyor: “Hazır mısınız?” Bizim cevabımız ise her defasında koca bir suskunluk oluyor. Çocuklarımız okullarda tahliye edilirken, anneler pencereden sokağa bakıp dua ediyor; oysa belediyelerin ve devlet kurumlarının yıllardır tekrarladığı önlem listeleri hâlâ raflarda tozlanıyor.
Benim için bu sarsıntı yalnızca bugünün korkusu değil, geçmişin acı hatıralarıdır. Çünkü ben 1999 Marmara depremini yaşadım. O geceyi unutamıyorum: karanlık gökyüzü, siren sesleri, enkazların arasından yükselen feryatlar… Toprağın uğultusu hâlâ kulaklarımda. O an anladık ki, deprem değil; ihmal, yolsuzluk ve hazırlıksızlık öldürür.
Aradan çeyrek asır geçti. Ama hâlâ aynı soruları soruyoruz: Binalarımız gerçekten sağlam mı? Afet planlarımız hazır mı? Çocuklarımız güven içinde mi? Yerin altı sessiz; susmuyor, sadece bekliyor. Asıl mesele, biz hazır mıyız?
Dünkü sarsıntı belki bir uyarıydı. Daha büyüğü geldiğinde aynı çaresizliği yaşamamak için bugünden sorumluluk almak zorundayız. Belediyelerin, devletin ve bizlerin yapacağı her küçük hazırlık, aslında büyük felaketlerin önüne geçebilir.
Deprem bize insanın kırılganlığını hatırlatıyor. Ama kırılganlığımızı aşmanın tek yolu, sorumlulukla örülmüş bir dayanışmadır. Unutmayalım: Unutmak, en büyük felakettir. Geçmişin enkazını hatırlayarak, geleceğin hayatlarını koruyabiliriz.