
Köy enstitülerinden askıda tosta eğitimde kaos

Cumhuriyet’in ilk yıllarında atılan çağdaş adımlar siyasetin gölgesinde kaldı. Bugünse devlet okulları birer ticarethaneye dönmüş durumda. Eğitim, yüzüncü yılda hâlâ yarım kalan bir hikâye gibi tamamlanmayı bekliyor.
Bir ülkenin kaderi, sınıf sıralarında yazılır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu gerçeği kavrayan bir irade vardı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, kız-erkek birlikte eğitim, seküler ve modern müfredat… Hepsi, dünya ölçeğinde eşitlikçi ve çağdaş bir sistem kurmak içindi. Köy Enstitüleri de bu hayalin zirvesiydi. Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde toprağı işleyen, kitap okuyan, saz çalan bir kuşak yetişiyordu. Fakat siyasetin sert rüzgârı, bu muazzam eseri de yarıda bıraktı. İdealler, ideolojilere kurban edildi.
O gün yarım bırakılan hikâye, bugünün kayıp nesillerinin de başlangıcı oldu. Çünkü bizde eğitim sistemi hiçbir zaman bir nesil tamamlamadan değiştirildi. Oysa eğitim, sabır işidir. Bir sistemin doğruluğu, 20-25 yıl sonra meyve verir. Bizde ise bakanların ömrü, ders kitaplarının ömründen kısa oldu. Her gelen değiştirdi, her giden yarım bıraktı. Sonuç ise kökleşemeyen, dünya çapında kabul göremeyen, kafa karışıklığının olduğu bir sistem...
Ve işin acı tarafı şu ki, eğitim bugün yalnızca pedagojik değil, ekonomik bir kriz hâline gelmiş durumda. Kâğıt üzerinde ücretsiz olan devlet okullarında veliler, kayıt parası adı altında 50-100 bin lira arasında değişen “zorunlu bağışlar” ödemek zorunda bırakılıyor. Okulun hademesi, temizliği, tuvalet kâğıdı bile velinin sırtına yükleniyor. Hatta aylık bağış adı altında 1.000, 2.000, hatta 3.000 liraya varan rakamlar velilerden toplanıyor. Devlet yalnızca öğretmen maaşını ödüyor, geri kalan her şeyi “siz halledin” diyerek kenara çekiliyor.
Bir düşünün, 2025 yılındayız ama hâlâ pek çok okulda sabun yok, tuvaletler hijyenden uzak. Çocukların sağlığı, kantinlerde satılan ne olduğu belirsiz yiyeceklere emanet edilmiş. Denetim neredeyse sıfır. Çocuğun cebine koyduğunuz para, bir tost almaya bile yetmiyor. O noktada devreye sivil toplum giriyor, imkanı olmayan çocuklar okulda sadece ve sadece tost yiyebilsin diye “Askıda tost” kampanyaları yapılıyor. Akıl alır gibi değil, değil mi? Askıda Tost… Bir ülkenin geleceğini sivil inisiyatiflerin insafına bırakmak, devletin iflas bayrağını çekmesinden farksızdır.
Üstelik okullar artık yalnızca bilgi aktaran kurumlar değil, adeta ticarethane olmuş durumda. Her ay yeni bir etkinlik, tiyatro gösterisi, kurs, gezi… Velilere sürekli para dayatılıyor. Ek bütçe yaratma adı altında yapılan bu etkinlikler, eğitimden çok para akışını besliyor. Çocuklar bilgiyle-eğitimle donanacaklarına, adeta bir alışveriş merkezinin sahnesinde rol alır gibi “etkinlik malzemesi” hâline getiriliyor. Eğitim yarışı bir kenara bırakıldı, çocuklar adeta birer “müşteri”ye dönüştürüldü.
Soruyorum şimdi, bu tablo Cumhuriyet’in yüzüncü yılına yakışıyor mu? Eğitim, çocukların eşitliği ve geleceği için değil de velilerin cüzdanı üzerinden dönen bir sisteme mi dönüşmeliydi?
Milli Eğitim Bakanlığı artık günü kurtarmayı bırakmalı. Yüz yıl önce atılan temele dönmeli: eşitlik, şeffaflık, kalite. Köy Enstitülerini kapatan zihniyetin yarattığı hatalardan ders çıkarıp, o ruhu yeniden diriltmeliyiz. Çünkü eğitim bir ülkenin yarınıdır. Ve yarınlarımızı, çocuklarımızı bugün okul kantininde dahi doyuramıyorsak, hangi vizyondan, hangi kalkınmadan söz edebiliriz?
Eğitim, bu ülkenin yarım kalmış hikâyesidir. Artık bu hikâyeyi tamamlamak zorundayız.