Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Parçalı bulutlu
15°
Ara

Türkiye krizin eşiğinde değil içinde!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Türkiye krizin eşiğinde değil içinde!

Türkiye uzun bir süredir hem ekonomik hem de siyasi anlamda derin bir çöküş yaşıyor. Her geçen gün pazara, markete çıkan bir vatandaş, sadece en temel ihtiyaçlarını karşılamak için dahi cüzdanını düşünmeden uzatamıyor. Bir kilo meyvenin, bir şişe yağın, bir paket sütün fiyatı haftadan haftaya değişiyor. Artık alışveriş listeleri değil, eksikler listesi yapılıyor çünkü alınabilen değil, alınamayan şeyler belirleyici hale gelmiş durumda.

Bu bir tesadüf değil. Bu, yönetilemeyen bir ekonominin, siyasi tercihlerin ve hesap vermekten kaçan bir iktidarın doğrudan sonucudur.

TÜİK’in verileriyle gerçek enflasyon arasındaki uçurumu sokakta herkes hissediyor. Resmi oranlar ne açıklanırsa açıklansın, vatandaşın cebindeki yangın sönmüyor. Bağımsız araştırmalar, enflasyonun %100’leri aştığını söylerken, hükümet makyajlanmış verilerle algı yönetmeye devam ediyor. Oysa gerçek, mutfakta tencerede kaynamayan yemekte gizli. Gençler hayal kuramaz hale geldi, emekliler ömür boyu çalışmanın karşılığını kuru bir maaşla almaya çalışıyor.

Gençler Umut Arıyor Ama Bulamıyor

Türkiye'de genç işsizliği artık sıradan bir veri değil; toplumsal çürümenin habercisi. Üniversitelerden mezun olan binlerce genç, ya iş bulamıyor ya da asgari ücretin bile altında, güvencesiz koşullarda çalışıyor. “Okursan kurtulursun” sözü, artık sadece nostaljik bir teselli. Gençlik, yurt dışı hayalleri kuruyor; kalmak için değil, gitmek için plan yapıyor. Beyin göçü, ülkenin geleceğini çalıyor.

Kriz kelimesi bile artık yetersiz. Çünkü bu kriz, dönemsel bir daralma değil; yapısal, kalıcı ve derin bir bozulmanın dışavurumu. Kur korumalı mevduat gibi geçici çözümlerle günü kurtarmaya çalışan bir ekonomi yönetimi var karşımızda. Üretimden uzak, ithalata bağımlı bir sistemle, bu ülkenin ne genci kalır, ne geleceği.

Siyasi Gerginlik

Ekonomik kriz derinleştikçe, iktidar kendi hatalarıyla yüzleşmek yerine siyasi gerilimi körüklüyor. Her kriz anında olduğu gibi, yine “dış güçler”, “iç mihraklar”, “muhalefet ittifakı” gibi söylemlerle dikkat dağıtılıyor. Oysa mesele gayet net: Ekonomi kötü yönetildi, ülke kaynakları yanlış harcandı, liyakat yerini sadakate bıraktı.

Türkiye’de son yıllarda yargı, tarafsız ve bağımsız olmaktan hızla uzaklaştı. Muhalif siyasetçilere açılan davalar, sosyal medyada paylaşım yapan yurttaşlara verilen cezalar, gazetecilere uygulanan baskılar, hepsi tek bir gerçeği gözler önüne seriyor: Yargı, iktidarın muhalefeti susturma aracı haline gelmiş durumda.

Özellikle yerel seçimlerde başarı kazanan muhalefet belediyelerine açılan soruşturmalar, hakkında dava açılan muhalif liderler, tutuklanan gazeteciler ve akademisyenler… Bu tablo bir hukuk devletine değil, otoriter bir yönetime işaret ediyor. İktidar, sandıkta kaybettikçe, adliyeye sığınıyor.

AK Parti’nin Bitmeyen İştahı

AK Parti iktidarı 20 yılı aşkın süredir ülkeyi yönetiyor. Ancak artık bu yönetim, ülkeye vizyon kazandıran bir liderlik olmaktan çıkıp, sadece koltuğu koruma güdüsüyle hareket eden bir yapı haline geldi. Kuruluş ilkelerinden uzaklaşan, denge ve denetleme mekanizmalarını yok eden bu yönetim biçimi, toplumu sadece kutuplaştırıyor. Taraf olmayanlar, sistem dışına itiliyor.
Artık mesele bir parti meselesi değil, bir rejim meselesidir.

Bir çıkış mümkün mü?

Elbette mümkün. Ancak bu, sadece bir seçim zaferiyle değil, toplumsal bir bilinçle gerçekleşebilir. Türkiye’nin yeniden ayağa kalkması için sadece siyasi iktidarın değil, toplumsal zihniyetin de değişmesi gerekiyor. Hesap sorulabilir bir sistem, bağımsız bir yargı, liyakate dayalı bir kamu yönetimi ve özgür bir basın... Bunlar hayal değil; olması gerekenler.

Unutmayalım: Sessizlik, en çok otoriterliğe yarar. Krize seyirci kalmak, krizin parçası olmaktır.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *