Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Sisli
21°
Ara

Özgürlük ve çıplaklık kıskacında mahremiyetin dönüşümü

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Özgürlük ve çıplaklık kıskacında  mahremiyetin dönüşümü

Toplumsal yaşamın temel direği olan aile, bireylere yalnızca barınma ve aidiyet sunmaz; aynı zamanda kültürel değerleri, ahlaki ölçüleri ve en önemlisi mahremiyet bilincini kuşaktan kuşağa aktarır. Ancak modern çağda aile ve mahremiyet kavramı, köklü bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. 

Anthony Giddens, modern toplumlarda bireyin “geleneksel bağlardan çözülerek” daha çok kendi tercihlerine yöneldiğini vurgular. Bu çözülme, bireyselleşmenin artışıyla birlikte mahremiyetin tanımını da yeniden şekillendirmiştir. Artık “özel olan” ile “kamusal olan” arasındaki sınırlar bulanıklaşmış, mahremiyet adeta kamusal alana taşınmıştır. 

Bu dönüşümün en belirgin aktörlerinden biri de medya kültürüdür. Frankfurt Okulu’nun kavramlaştırdığı “kitle kültürü” bugün diziler, filmler, sosyal medya ve dijital platformlar üzerinden üretilmekte ve tüketiciye dayatılmaktadır. Bir zamanlar yalnızca sanatın sınırlarında kalan “çıplaklık” sahneleri, bugün gündelik hayatın olağan parçaları gibi ekranlara taşınmakta, toplumun bilinçaltına “özgürlük” olarak işlenmektedir. 

Ne var ki çıplaklık ile özgürlük aynı şey değildir. Norbert Elias’ın Uygarlık Süreci adlı eserinde vurguladığı gibi, toplumların medeniyet yolculuğu aslında sınır koyma ve kendini denetleme süreçleriyle ilerler. Çıplaklığın sınırsızca teşhiri, bireyin özgürleşmesi değil; aksine, toplumsal değerlerin çözülmesi anlamına gelir. 

Bugün dizilerde, filmlerde ve sosyal medya içeriklerinde mahremiyetin aşındırılması yalnızca bireysel yaşam tarzına etki etmiyor; aile kurumunu da doğrudan zedeliyor. Mahremiyetin sınırlarını yitiren birey, giderek aile bağlarını da gevşetiyor. Bu durum, Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernlik” kavramıyla açıklanabilir: Kalıcılığın yerini geçicilik, sadakatin yerini anlık hazlar alıyor. 

Oysa kültürel hafızamızda ve dini inancımızda mahremiyetin sınırları nettir. İnsanın onuru, bedenin korunmasıyla; toplumun huzuru ise mahremiyetin muhafazasıyla mümkündür. Çıplaklığı özgürlük diye sunan modern algı, aslında bireyi çıplak bırakmakta, onu kendi değerlerinden soyutlamaktadır. 

Bugün bize düşen görev, özgürlüğü yeniden düşünmektir. Özgürlük, sınırlarını yok saymak değil; sınırlarını bilerek kendi değerleriyle yaşayabilmektir. Mahremiyet, yalnızca bireysel bir tercih değil; toplumsal düzenin, aile kurumunun ve kültürel devamlılığın teminatıdır. Eğer bu teminatı kaybedersek, özgürlüğün de bir anlamı kalmayacaktır. 

Kısacası; dizilerin, filmlerin ve dijital kültürün bize dayattığı çıplaklık özgürlük değildir. Gerçek özgürlük, mahremiyetin korunarak insanın kendi değerleriyle onurlu bir yaşam sürebilmesidir.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *