
Türkiye'de kadın olmak çok zor

Türkiye’de kadın olmak, ne yazık ki hâlâ büyük bir mücadele anlamına geliyor. Bir yandan toplumun baskıcı ve ataerkil yapısı, diğer yandan devletin yetersiz koruma politikaları kadınların yaşam hakkını doğrudan tehdit ediyor. En temel hak olan can güvenliği dahi garanti altında değilken, mal güvenliği ve hukuki eşitlikten söz etmek çoğu zaman hayalden öteye geçemiyor.
Kadınların her gün sokakta, işyerinde, evinde tacize uğraması adeta olağan bir durum gibi karşılanıyor. Sözlü, fiziksel ya da psikolojik taciz, kadınların hayatlarının neredeyse ayrılmaz bir parçası hâline getirilmiş durumda. Toplu taşıma araçlarında, kamusal alanlarda ya da iş hayatında kadınların uğradığı tacizler çoğu zaman cezasız kalıyor. Tacizciye “iyi hâl indirimi” uygulanırken, mağdur kadınların adalet arayışı uzun yıllar süren davalarla boğuluyor.
Daha vahimi, her yıl yüzlerce kadın erkek şiddeti sonucu hayatını kaybediyor. “Kadın cinayetleri” artık haber bültenlerinde sıradan bir vaka gibi sunuluyor. Kocalar, sevgililer, babalar, kardeşler ya da tanımadıkları erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısı ürkütücü boyutlara ulaşmış durumda. Bu cinayetlerin büyük kısmı, kadınların boşanmak, özgürleşmek ya da kendi hayatına dair karar almak istemesi üzerine işleniyor. Yani kadınlar, sadece kendi hayatlarını kurmak istedikleri için öldürülüyor.
Hukuki düzenlemeler ise kadınları korumakta yetersiz. Kadınların haklarını koruyan uluslararası sözleşmelerden birer birer çıkılması, özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, devletin kadına yönelik şiddetle mücadeledeki samimiyetsizliğini ortaya koyuyor. Yasalar kâğıt üzerinde var olsa da uygulamada caydırıcılık sağlanamıyor. Mahkemelerden çıkan haksız tahrik indirimleri ve cezasızlık kültürü, failleri cesaretlendiriyor.
Kadın hakları meselesi sadece bireysel olaylarla sınırlı değil, aynı zamanda toplumsal bir sorundur. Kadınların iş hayatında ikinci plana itilmesi, siyaset ve karar alma mekanizmalarında yok sayılması, ekonomik bağımsızlıklarının ellerinden alınması, şiddetin ve eşitsizliğin temelini oluşturuyor. Eşit yurttaşlık ilkesi kâğıt üzerinde var olsa da gerçek hayatta kadınlar sürekli ayrımcılığa uğruyor.
Bugün Türkiye’de kadınların can güvenliği yok. Kadınlar evlerinde, sokaklarda, işyerlerinde tehdit altında yaşıyor. Mal güvenliği yok; mirastan eşit pay alamıyor, evlilik sonrası ekonomik hakları yeterince korunmuyor. Hukukta eşitlik yok; yasalar kağıt üzerinde dursa da uygulamada kadınların lehine işletilmiyor. Ve en acısı, tüm bu tabloya rağmen siyasetçiler kadın haklarını birer seçim malzemesi olarak kullanmaktan öteye gitmiyor.
Bir ülkede kadınların yaşam hakkı güvence altında değilse, o ülkede gerçek anlamda demokrasiden ve hukukun üstünlüğünden bahsetmek mümkün değildir. Türkiye, kadınların özgürce ve güven içinde yaşayabildiği bir ülke olana kadar bu mücadele sürecek. Çünkü kadınların yaşam hakkı, toplumun geleceğinin teminatıdır.