
Ekonomi cepte mi kalpte mi!

Enflasyon, Alım Gücü ve Toplum Psikolojisi
Ekonomi bazen kuru rakamlardan, bazen de tablo gibi renkli hayatlardan ibarettir. Benim içinse iki dünya arasında bir köprü: Bir yanda Excel tablolarında yürüyen sayılar, öte yanda tuval üzerinde dans eden renkler. Ama işin garibi, son dönemde fiyat etiketleri Picasso’nun kübist resimleri kadar karmaşık, vatandaşın psikolojisi ise Dali’nin eriyen saatleri kadar kaygan hale geldi.
Enflasyonun teknik tanımını bilmeyen yok: fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artış. Akademik literatürde böyle geçiyor. Ancak gündelik literatürde bu tanım biraz daha sade: “Geçen hafta aldığım Ayşe Kadın fasulye bu hafta niye lüks restoran menüsü gibi oldu?” İnsanlar bunu konuşuyor. İşte bu noktada ekonomi, salt matematik olmaktan çıkıp psikolojiye, hatta sosyolojiye sıçrıyor.
Alım gücünün düşmesi, yalnızca tüketim sepetimizdeki malların eksilmesi değildir. Bu durum, bireyin “gelecek beklentisi” dediğimiz psikolojik sermayesini de eritir. Yani mesele yalnızca ekmeğin fiyatı değil; ekmeğin yanında içilen çayın keyfinin kalıp kalmadığıdır. Çünkü çay simitsiz olur ama hayal gücü güvencesiz olmaz.
Ekonomi yüksek lisansı yapmış, tabiri caizse ekonomi bilimci, ama aynı zamanda sanatçı, ev kadını ve mutfakta “bütçe sihirbazı” olarak şunu söyleyebilirim: “Beklentiler” para politikalarının en gizli silahıdır; fakat beklentiler bozuldu mu, toplumun renkleri solar. İnsanlar bütçelerini kısarken, hayallerini de kısıyor. Hâlbuki hayat, biraz da hayal satın alabilmektir: Çocuğa alınan bir top, eşe götürülen bir çiçek, ya da sadece geleceğe dair kurulan bir tatil düşü.
Ama gelin görün ki, bu yıl meyve fiyatları o kadar yüksek ki, pazarda şeftaliye bakmak bile bir tür sanat galerisi gezisi gibi: Dokunuyorsun ama alamıyorsun. Kiraz ise adeta “lüks tüketim” kategorisinde; meyve tabaklarımız bile enflasyonun kurbanı olmuş durumda. İnsan meyve alamayınca sadece vitaminden değil, yazın o tatlı mutluluğundan da mahrum kalıyor.
Şimdi soralım: Ekonomi yalnızca cebimizde midir? Bence değil. Çünkü cebindeki son parayla boyasını alan bir ressam, yine de umut çizebilir. Ama aynı parayla pazara giden bir vatandaş, Ayşe Kadın fasulyenin fiyatına bakıp fırçayı kırabilir. İşte bu yüzden ekonomi, hem cebin hem kalbin sanatıdır. Ve unutmayalım: Kalbin boş olduğu yerde, cepler dolu olsa bile, o tablo hep yarım kalır.