
Diplomasızlar cemiyeti!

Bir gün Temel ile Dursun kahvede oturuyormuş. Temel cebinden kocaman bir diploma çıkarmış, Dursun bakmış:
-Ula Temel, sen ilkokulu zor bitirdin, bu üniversite diploması nereden çıktı?
Temel gülmüş:
-Dursun, artık okula gitmekle uğraşmıyoruz, diploma almak yeter!
İşte memleketin hâli: Okuyan değil, okumuş gibi görünen kazanıyor.
Şimdi memlekette öyle bir sistem var ki, eskiden bir mesleğe girmek için yıllarca ter dökmek, ders çalışmak, sınavdan geçmek gerekirdi. Şimdi tek gereken şey dijital bir imza ve biraz da “tanıdık”. Hatta daha dramatik olanı: Depremde hayatını kaybetmiş birinin diplomasını silip yerine yenisini yüklemek… Yani insanın ömrü boyunca gururla taşıyacağı bir belgeyi, mezarın sessizliğine bile saygı duymadan çalmak.
Osmanlı’da sahte diploma olayı olsa ne olurdu?
Hoca efendi medreseden kovar, kadı “Bu icazetname yanlış yazılmış” der, o kadar.
Ama bizde 2025 yılında, BTK’dan YÖK’e, üniversiteden ÖSYM’ye kadar her kapı aralanmış. Kapı aralanınca da diploması profesörlükten öğretmenliğe kadar her unvanı kapsayan bir “diploma menüsü” çıkmış önümüze.
Dijital çağdayız diyoruz, güvenlik duvarları, e-imza sertifikaları, şifreli girişler… Hepsi kâğıttan kale gibi yıkılmış. Öyle ki, 8 puan almış birinin notu 70’e “terfi” edebiliyor. Burada mesele yalnızca sahte diplomalar değil; “Acaba doktorum gerçekten doktor mu?” sorusunu sorar hâle gelmek.
Bu olay bir bakıma trajikomik. Çünkü hepimiz gülerken aslında korkuyoruz.
Gülüyoruz, çünkü “bu kadar da olmaz” diyoruz.
Korkuyoruz, çünkü “belki de çoktan oldu” gerçeğini hissediyoruz.
Sahte diploma skandalı, yalnızca birkaç kişinin çıkar sağlama hikâyesi değil; ülkenin güvenlik, ahlak ve liyakat sınavıdır. Bu sınavdan geçmek için tek çare, diplomaları değil, vicdanlarımızı mühürlemek.