Değişim değişmek…

“Değişim kelimesi günümüzde o kadar çok kullanılmakta ki bazen anlamada zorlanmıyor değiliz. Değişimin eş anlamlarından biri de dönüşmektir. Değişim ilk durumundan farklı bir duruma geçme olur ki sadece biçim değil, özde bir dönüşüm içerir. Bu durum ilk durumundan farklı kimlik kaybına yol açar ki çoğu zaman kimliğin, yönelimin, hatta inancın da değişimi görülür.
Değişmek zor bir süreçtir fakat imkânsız da değildir. Değişimi etkileyen birçok faktörden söz edilebilir. Bunlar arasında, kişilik yapısı, aile yapısı, çevre, olumlu ya da olumsuz yaşam olayları sayılabilir. İnsan evladı iki nedenden dolayı değişir, ya çok şey öğrenmiş ya da çok fazla “incinmiş” örselenmiştir. Bu kişisel düzeyde böyledir. ‘Toplumsal düzeyde ise değişim daha karmaşık dinamiklere sahiptir. Devletlerin, sınıfların, ideolojilerin değişimi; yalnızca bilgiyle ya da kırgınlıkla değil, tarihsel çatışmaların ve sınıfsal mücadelelerin etkisiyle gerçekleşir.’
Konumumuz gereği toplumsal yaşama bakacağız. Bu nedenle fazla uzağa gitmeye gerek yok. Bu topraklarda yaşayanlar 19 yüzyıl da devlet yöneticilerinin uygulamalarını biliyor. İhtişamlı yaşam için hesapsız harcama, yarını düşünmeden yapılan uygulama ve borçlanma mevcut yönetimi zor duruma soktuğu gibi toplumun geleceğini de ipotek altına aldı. Kısaca bu topraklarda yaşanan değişimler, yalnızca bireylerin değil, toplumun da hangi bedellerle dönüştüğünü göstermekte.
19. ve 20 yüzyılda Batı dünyasında sömürge ve pazar pastasının paylaşım savaşları bitmek bilmiyordu. Batının “bir koyup on alma” hayaline kapılan yöneticiler onun kurnazca kurduğu tuzaklara düşerek ülkeyi borç batağına sürükledi. Ülke “düyun-u umumiye” elinde yönetilir oldu.
Savaş ve işgal birçok şeyi değiştirdi. Anlı şanlı yöneticiler işgalci ülkelerin askerlerini kapıda bekler oldu. Büyük babaları surların kapısından beyaz atıyla geçmişti, o gün ise işgalci ülkenin komutanı da beyaz atıyla geçti sessizce seyrettiler. Sonra onun denizaltısına binerek ülkesine elveda dedi. Geride işgal edilmiş ülke, silahları alınmış asker, savaştan bitap düşmüş yurttaş, “duyunu umumiye” nin insafına bırakılmış toplum.
Anadolu’nun çorak toprakları içine hapsedilen yoksul toplum yeni bir başlangıç yaparak, yeni bir devlet, yeni bir toplumsal yapı kurdu. Bu yapı, bir yandan bağımsızlık iddiasını taşırken, öte yandan kurulu sistemin dışında kalamayacağını kısa sürede gösterdi. Kuzeydeki komşusuyla denge kurup, Batı’ya yüzünü dönen ama onlara tam teslim olmayan bir model inşa etti. Ne bağımsız, ne bağımlı bir ara rejim. Yine de ekonomik ve politik olarak kurulu sistemin (kapitalist/emperyalizmin) bir parçası oldu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında “emek temelinde hak ve özgürlük” şiarı güden bir partinin bazı yöneticileri gözaltı ve sorguda yaşadıkları baskı ve işkence neticesinde düşünceleri değişir. İktidarın dümen suyuna girer ve onlar için bir “değer” oluşturur. Bu değişim sonunda hemen hepsi kimi vekil kimi önemli bir bürokrat olur(V.N.Tör, Ş.S.Aydemir vd.). Böylece, bir değişim daha yaşanır bu inançların değil konumların değişimi.
II. Pazar paylaşım savaşı sonrası “soğuk savaş” ve ona bağlı bölgesel savaşların ulusal kurtuluş savaşı temelinde yoğunlaşır. 1960’lı yıllarda Küba, Latin Amerika, Güney Doğu Asya ve Orta Doğu bölgesi işgal ve sıcak savaşların yaşandığı bölgeydi. Dünya da bunlar olurken ülke yönetiminde pentagon ağırlıklı yönetim iş başındadır. Sendikal örgütlenme toprak işgalleri ve toplumun her kesiminden devrimci ve sosyalist muhalefet gittikçe artar. ABD, NATO ve Batı’nın dümenindeki iktidar daha baskıcı uygulamaları gündeme alır ama yeterli bulunmaz. Pentagonun eğittiği asker ve sivil kişiler 12 Mart 1971 askeri darbesini yapar, ülkede sıkıyönetim ilan edilir.
12 Mart 1971 askeri darbesinde yasaklar, baskı, şiddet, yargısız infaz ve idamların yaşandığı dönemde büyük oranda gözaltı ve tutuklamalar yapılır. Gözaltı ve tutuklamalarda ki görevliler günümüzdeki sorgucuların “ustasıdır”.
Çok değil dokuz yıl sonra 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Darbesi toplumun üzerinden silindir gibi geçti. Ülke cezaevi gibi yönetilmeye başlandı. Baskı, yasak, uzun gözaltı, işkence, idam, yargılamasız tutukluluk ve ülke toplama kampına dönüştürüldü. Sol cenah yani devrimci demokrat ve sosyalistler içinden birçok örgüt ve kişi darbe öncesi görüşlerini eleştirip kimi Avrupa soluna yöneldi, kimi Marx’ı yani “diyalektik ve tarihi materyalizmi” aştığını beyan etti. 1980’li yılların ortasına gelindiğinde birçoğu Troçki ve ardıllarının söylemlerinin akımına kapıldı. Kendilerine Ernes Mandel ve Tony Cliff’i bile yeterli bulmayanlar çevreci ve anarşist yeni bir "kimlik" inşa etmeye çalıştı.
Bencillik, mülkiyet hırs ve sahip olma kurulu sistemin önemli değerlerinden. Bu nedenle sınıfsal temelde kurulu sisteme ayak uyduran onun oyununun kurallarına mahkûm kalır. İşte bu temelde birileri değişimi yakaladım derken mevcut sistemin değerlerine sıkıca sarıldığı görülür.
Yaşanan ekonomik, politik ve toplumsal bunalımlar sonunda “kurulu sistemin” açmazından bir çıkış yolu bulamayanlar olacaktır. Hatta kimileri “emperyalizm çağı bitmiş”, “çevreci demokratik konfederalizm” kurulabilir diyenler çoğalabilir. Bunu derken “Marx’ı” yani “diyalektik ve tarihi materyalizmi aştığını” söyleyenler elbet çıkacak. Hatta bunlar kendilerini anlamayanlara hakaret edip çirkefleşecek.
Alper Öztaş’ın da dediği gibi “diyalektik tarihsel materyalizm çok güçlü bir bilimdir ve bırakın aşılmayı, karşısında durmaya çalışanların bir anda bilim dışı mistik yerlere savrulur”.
Onların “değişimi” bu ise kurulu düzene ayak uydurmaktan teslimiyetten başka bir şey değil” der Sezai Sami.
Bugünlerde Sezai Sami’yi kendi dertlerim nedeniyle unuttum. Oğlumun sağ aşil topuğu geçen hafta sonu koptu. Gece yarısı apar topar hastaneye gittik ertesi gün ameliyat ve sonrası yoğunluk vardı ilgilenemedim. Dün Sezai Sami ile görüşürken bu yazıyı elime verdi sizlerle paylaşıyorum.