
Şeyh Sait ve cumhuriyet kararlılığı

Cumhuriyet henüz yeni doğmuştu. Yıkılmış bir imparatorluğun ardından halk egemenliğine dayalı, laik ve çağdaş bir devlet inşa ediliyordu. Bu kolay bir iş değildi. Saltanat kaldırılmış, hilafete son verilmişti. Eğitim birleştiriliyor, hukuk sistemi laikleştiriliyor, kadınlara yeni haklar tanınıyordu. Kısacası, Türkiye köklü bir dönüşüm yaşıyordu.
İşte tam bu sırada, 1925 yılında Şeyh Sait öncülüğünde bir isyan patlak verdi. İsyan, sadece silahlı bir kalkışma değildi; Cumhuriyet devrimlerine karşı bir başkaldırıydı. Eski düzenin savunucuları, dini duyguları kullanarak halkı kışkırtmış, yeni devletin temellerini sarsmaya çalışmıştı. Ama unuttukları bir şey vardı: Bu millet artık iradesini eline almıştı ve geri adım atmaya niyeti yoktu.
Şeyh Sait isyanı, Cumhuriyet’in kararlılığıyla bastırıldı. Ardından gelen yargılama süreci sonunda, Şeyh Sait ve arkadaşları idam edildi. Kimileri bu kararı sert bulabilir. Ama o günlerde verilecek en hafif karar bile, geleceği karartabilirdi. Çünkü bu isyan başarıya ulaşsaydı, ne Medeni Kanun yürürlüğe girebilir, ne kız çocukları okula gidebilir, ne de laiklik bu topraklarda kök salabilirdi.
Bugün laik bir hukuk sistemimiz varsa, kadınlarımız özgürce sokağa çıkabiliyor, çocuklarımız eşit şartlarda eğitim alabiliyorsa, o kararlı duruş sayesindedir. Cumhuriyet, geri adım atmadı. Çünkü biliyordu ki, devrimler ya tamamlanır ya da yarım bırakıldığında eski karanlıklar geri döner.
Şeyh Sait’in idamı bir ceza değil, bir dönemin kapanışıydı. Yeni bir Türkiye’nin ayakta kalabilmesi için verilmiş zor ama gerekli bir karardı.
Unutmayalım: Cumhuriyet, sadece bir rejim değil; bir halkın kendi kaderine sahip çıkma iradesidir. Ve bu irade, o günlerde atılan sağlam temeller sayesinde bugün hâlâ dimdik ayaktadır.
Kılıçdaroğlu artık çekilmeli
Siyaset bazen sahneden vakitlice çekilmesini bilme erdemini de gerektirir. Hele ki koca bir partinin, köklü bir ideolojinin ve milyonlarca seçmenin kaderi söz konusuysa... İşte bu noktada Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun hâlâ CHP üzerindeki gölgesi, artık ciddi biçimde sorgulanmak zorundadır.
Kemal Kılıçdaroğlu, 2010 yılında Genel Başkanlık koltuğuna oturduğunda toplumun geniş kesimlerinde umut yarattı. Skandallarla sarsılmış bir dönemin ardından dürüstlüğü ve sakin üslubuyla dikkat çekti. Ancak siyasette sadece iyi niyet yetmez. Liderlik, vizyon, cesaret ve sonuç üretme becerisi ister.
14 seçim kaybına rağmen koltuğunu bırakmayan bir anlayış, artık kişisel hırsla açıklanabilir hale geldi. 2023 seçimlerinde toplumun büyük bir kısmının değişim arzusuna rağmen, muhalefet bloğunun en zayıf halkası olarak sahneye çıkan Kılıçdaroğlu, hem kendi adaylığıyla hem de başarısız stratejileriyle tarihi bir fırsatın heba edilmesine neden oldu.
Daha da önemlisi, CHP'nin gençleşmesine, çağın siyasi dilini yakalamasına ve Türkiye’de merkez solun yeniden şekillenmesine ket vurdu. Bugün dahi parti içindeki değişim taleplerine mesafeli durması, geri planda kalmak yerine gölgede ip çekmeye çalışması, CHP’yi ileri taşımaz; tam tersine geride tutar.
CHP, artık altın çağını yaşamak zorunda. Gençler, kadınlar, kentli kesimler, laik ve demokrat seçmen yeni bir soluk istiyor. Bu yeni soluğun önündeki en büyük engellerden biri, hâlâ geçmişin yükünü taşıyan ve değişimi sadece isimler üzerinden okuyan bir anlayış.
Sayın Kılıçdaroğlu’na düşen artık kenara çekilmek, partinin önünü açmak ve kendisini bir “onursal başkan” gibi konumlandırmaktır. Bu, hem kendi siyasi mirasını korur hem de partisine en büyük katkısı olur. Çünkü zaman zaman bir adım geri atmak, tarihte ileriye atılmış en büyük adım olabilir.
Cumhuriyet Halk Partisi, kurucu değerlerinden kopmadan, ama aynı zamanda bugünün sorunlarına bugünün diliyle yaklaşacak, enerjisini sandıkta galibiyete dönüştürecek bir yapılanmaya ihtiyaç duyuyor. Bu da ancak geçmişin gölgelerinden kurtulmakla mümkün.
Zira bir siyasi partinin önünü açmak, yalnızca yeni liderleri desteklemekle değil; artık zamanı gelenlerin sahneden vakarla inmesiyle de olur.