Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Açık
14°
Ara

“Ruhumuzun Aynası: Türkiye’de hayat, umut ve dayanışma”

YAYINLAMA:
“Ruhumuzun Aynası: Türkiye’de hayat, umut ve dayanışma”

Haziran 2025’e girerken Türkiye, yıllardır olduğu gibi yine bir kırılma eşiğinde. Siyasette, sokakta, mutfakta, sosyal medyada, hatta aile içi sohbetlerde dahi bir gerilim hattı var. Bu satırları yazarken, sabah haberlerinde bir yandan Merkez Bankası’nın faiz kararı tartışılıyor, bir yandan muhalefet partileri yeni anayasa önerileriyle meşgul. Diğer yanda, İstanbul sokaklarında hâlâ her gün bir kadın cinayeti haberi düşüyor ekranlara. Sanki gündem hiç değişmiyor ama bir yandan da her şey değişmiş gibi.

Ekonomideki krizle birlikte insanların sinir uçları daha da hassaslaştı. Hangi ideolojiden olursa olsun, sabit gelirli bir vatandaşın ay sonunu getirme mücadelesi ortaklaştıkça, aslında yaşadığımız bu kutuplaşmanın bir yorgunluk perdesi olduğunu fark ediyor insan. Artık insanlar kavga etmekten çok, bir arada kalmak için sebep arıyor. Çünkü hayatta kalma, ideolojik sadakatten daha hayati hale geldi.


 

Zamansız yoksulluk
2025’in Türkiye’sinde ekonomi, herkesin cebinden önce ruhunu etkiliyor. Asgari ücretin döviz bazında son 10 yılın en düşük seviyelerinde olması artık haber bile değil. Bir kiracı, eğer İstanbul’da yaşıyorsa, kirasını ödedikten sonra maaşının %70’ini geride bırakıyor. Kredi kartı limitleri, birer can simidi değil artık; aksine bileğimize takılmış bir kelepçe gibi.

Bir zamanlar “orta direk” olarak tanımlanan kesim yok oldu. Emekli, öğrenci, yeni evli, bekar, çalışan, işsiz… Herkes aynı sepette. Sadece sepetteki delikler farklı.

İronik bir şekilde, sokaklar lüks arabalarla dolu. AVM’ler tıklım tıklım. Bir yanda “geçinemiyoruz” çığlığı, öte yanda “herkes iPhone 15 Pro kullanıyor” argümanı. Oysa bu görüntü, bir çöküşün en parlak yansıması. Herkes her an bir şeyleri kaybetmekten korktuğu için, kendine konfor alanı simülasyonu yaratıyor. Taksitle alınan telefonlar, kahve zincirlerinden alınan 90 liralık kahveler, aslında birer “normallik illüzyonu.”

Umutsuzluğun içinde umut aranıyor
Muhalefet, hâlâ 2023 seçimlerinin travmasını üzerinden atabilmiş değil. Herkes kendi küllerinden yeniden doğmaya çalışıyor, ama ortada doğru dürüst bir küllük bile yok. Gençler artık lider değil, liderlik anlayışının değişmesini istiyor. “Kurtarıcı” fikrinin kendisine bile tahammülsüzlük var. Birlik söylemi yerine “birlik pratiği” aranıyor.

İktidar cephesinde ise kontrolü elden bırakmamak için her alanda daha sıkı bir düzenleme furyası var. Medyadan yargıya, ekonomiden eğitime kadar. Ancak bu çaba, eski alışkanlıkların yeni kuşaklar üzerinde işlememesiyle sürekli duvara çarpıyor. Yeni nesil, “itaat et rahat et” çağrısına kulak asmıyor. Sorguluyor, anlamaya çalışıyor, alternatifler arıyor.

Yaklaşan yerel seçimler öncesinde ise halkın bir bölümü artık sadece adaya değil, adayın vicdanına bakıyor. Hangi partiden olduğundan çok, nasıl bir insan olduğuyla ilgileniyor. Belki de bu, Türkiye’nin yeni siyasi evresinin en umut verici yanı.

Sessizliğin içinden gelen sesler
Ekonomik krizle birlikte sanat ve kültür alanları ilk gözden çıkarılanlar oldu. Devlet desteği kesildi, salonlar kapandı, tiyatrolar taşındı. Ancak bu durum, yeni ve daha dirençli bir kültürel damar yarattı. Artık oyunlar apartman boşluklarında, sergiler sığınaklarda açılıyor. Bağımsız müzisyenler metrolarda ya da internet üzerinde kendilerine alan yaratıyor.

Yasaklar, sansürler ve baskılar arttıkça, sanat daha yaratıcı ve daha “yerli” hale geldi. Bir sokak duvarına yapılan grafiti, bir otobüste söylenen türkü ya da sosyal medyada paylaşılan kısa bir hikaye… Bunlar artık sadece estetik değil, aynı zamanda bir direniş biçimi.

Yeni kuşak yazarlar, yönetmenler, müzisyenler; geçmişin büyük ideolojik çatışmalarına hapsolmaksızın çok katmanlı anlatılar sunuyor. Kadın, LGBTİ+, işçi, mülteci, doğa, kent… Hepsi bir anlatının parçası. Eskiden “entel dantel işler” diye hor görülen kültür-sanat, bugün bir toplumun ruhunu iyileştiren en etkili ilaçlardan biri haline geldi.

Hayatta kalma koalisyonları
Aile yapısı değişti. Mahalle kültürü evrildi. Geleneksel “komşuluk” artık Instagram hikâyelerinde yaşanıyor. Ancak ilginç bir biçimde, insanlar bu yalnızlığın farkına varınca, dayanışmanın yeni biçimlerini üretmeye başladılar.

Apartman aidat grupları zamanla küçük dayanışma örgütlerine dönüştü. Mahalle pazarlarında el altından değiş tokuşlar yapılıyor. Birkaç genç, boş duran bir dükkanı kiralayıp ortak kütüphane kuruyor. Kadınlar bir araya gelip kendi üretim ağlarını oluşturuyor. Bu mikro düzeydeki hareketler, makro düzeydeki büyük eksikliklerin pansumanı gibi.

Yani dayanışma, artık ideolojik değil; yaşamsal bir refleks. Herkes bir diğerinin gözündeki çaresizliği görüyor. Ve belki de bu yüzden, en umutsuz görünen anlarda bile bir bardak çayla dost olunabiliyor.

Umut etmekten vazgeçme
Bu yazıyı yazan biri olarak ben de her sabah, tıpkı birçok insan gibi kaygıyla uyanıyorum. Kimi zaman işsizlik, kimi zaman hastalık korkusu, kimi zaman ise sadece “yarın ne olacak?” sorusuyla. Ama sonra sevdiğim bir müziği açıyorum. Bir kitap alıyorum elime ya da bir dostla buluşuyorum. Çünkü hayat, her şey kötü giderken bile yaşanmak istiyor.

Bir şairin dediği gibi:

“Biliyoruz, umut bir çiçek değildir. Ama toprağa düşmeden de büyümez.”

Bu ülkenin sokaklarında yürürken her şeyin aynı anda çok kötü ve çok güzel olabileceğini fark ediyor insan. Herkesin cebinde değilse de, kalbinde taşıdığı bir mücadele var. Ve bu mücadele, sandıktan, sokaktan, kitaplardan, şarkılardan, sevdiklerimizle kurduğumuz ilişkilerden besleniyor.

Bu gemi batmayacak!


Türkiye, yorgun bir ülke. Ama hâlâ dimdik ayakta kalabilen insanlarla dolu. Ekonomik kriz, siyasi baskı, kültürel gerilim… Bunların hepsi birer sınav. Ve bu sınav, sadece bireylerin değil, toplumsal vicdanın da sınavı.

Kimi sabah uyanıp hiçbir şey yapmak istemesek de, o gün yine işe giden, çocuklarını okula götüren, sevdiğini arayan, kitap okuyan, yazan, söyleyen milyonlarca insan var. Ve bu insanlar, her gün yeniden “yaşamayı” seçiyor.

Belki de gerçek umut, tam da burada başlıyor.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *