Organize ya da serbest bölge

Haramiler daha da büyüyüp ticaret, üretim ve mali gücünü teknolojiyi de kullanarak sermayelerine sermaye katması dahası mülkiyet hırsı, doyumsuzluk ve bencillik günümüzde hat safhaya çıktı. Dün dağdaki, ovadaki ve denizdeki harami birçok yerde kendilerine üs kurup dokunulmazlık elde etti ama bu bile onlara yetmedi, kurumsallaşıp yasalar çıkardı “devlet” yapısını oluşturdu.
Dünden bugüne toplumun yaşamı ve tarihini hep egemen güçler tarafından belirlenip yazılmakta. Haramiler güçlü olduklarında esip gürledi, güçleri zayıfladığında güçlü olan diğer haramiye yamandı. Toplumsal yaşamda hiç bitmedi haramiler. Hatta kendileri gibilerle el koydukları mallara ortak bir pazar bile yarattılar. Bu pazar bazen kendilerinin ortak işlettiği bazen de belli bir pay vererek başta güvenlik ve diğer hizmetlerin yerine getirilmesini sağladı. Bu oluşturulan “serbest bölge” deniz ve kara ulaşımına yakın olması işlerinin daha çabuk ve süratli olması içindi.
Tarihte bile bildiğimiz serbest bölge bir iç deniz olan Akdeniz’e kıyısı olan yerlerdi. Ege adaları özellikle Rodos ve Midilli ardından Cenova, Venedik, İzmir, Beyrut, İskenderiye ve büyük denize açılan Cebeli Tarık kıyıları önemli Pazar yeriydi. Ayrıca Karadeniz’e açılan İstanbul Boğazı önemli bir hinterlanttı. Doğu Bizans’ın başkentinde korsanların serbest bölgesi olup kazançlarından bir miktar payda saraya veriliyordu. II. Mehmet’in burayı almasıyla pazarları kapanmadı işlerine devam ettiler.
Bu serbest bölgeler sadece depo olarak kullanılmadı, basit üretim işlemleri gereken işyerleri, tartı ve ayar evleri yanında yaşamlarını devam ettiren konutlar ve inançlarına göre ibadet evlerini de içine alan kalın duvarlarla çevrili yerleşkeler yaptılar. Kendi aralarında geçerli para birimleri altın ve gümüşe damga basarak ticaretlerini bölgede ki devletlere kabul ettirdiler. Ticaretin gelişmesi üretim aletlerinin daha da otomatikleşmesi uzağı daha da yakınlaştırdı.
Kapitalizm ve onun tekelci dönemlerindeki bunalım ellerindeki malın satamamasından kaynaklandığı için “pazar savaşları” adıyla anıldı. Pazarda büyüklük askeri ve teknolojik üstünlükle “jandarmalık” birilerine kaldı. Geçen yüzyılın ortasından itibaren güneşi batmayan imparatorluk bu görevi istemeyerek okyanus ötesine bıraktı yani ABD’ye. Yeni baş jandarma II. Pazar Paylaşım savaşı sonrası dünyayı yeniden dizayn etmeye başladı. Küresel yaşama müdahale ekonomik ve sosyal bunalım politik olarak sistemi sorgular duruma getirdi. Sistem kendi içinde sorgulanmaya başlandıkça ekonomik ve askeri müdahaleler tabiri caiz ise “bizim çocuklar” göreve getirildi. “Bizim çocuklar” kendiliğinden ortaya çıkmadı, onlar yine sistem içinde seçilerek, beslendi ve eğitilip öğretildi. Sistemin jandarması bölgesel jandarmaları belirledi ülkemize de bir görev düştü.
I. Paylaşım savaşı ardından işgal ve kurtuluş savaşı süreci, yorgunluk ve bitkinlik yaşadık. Dün Pazar olarak paylaşılan ülkeden geriye kalan ülkemize kurulu sistemin egemen güçleri tarafından yeniden görev verildi. “İstanbul Limanı'nın bir serbest bölge olarak statüsünün yeniden belirlenerek eski konumunun transit trafiğinin yeniden elde edilebilmesine karar verildi. İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası'nın girişimleriyle, Türkiye'de bu alandaki ilk yasal metin olan 22 Haziran 1927 tarihli "Serbest Mıntıka Hakkında Kanun" onaylanır. Bunun neticesinde “Ford Motor” Tophane Rıhtımın da bulunan tesisinde çeşitli araç ve yedek parçaların montajını gerçekleştirmiş. Aynı dönemde İstanbul Ticaret Odası tarafından hazırlanan bazı planlar ile İktisat Bakanlığınca hazırlanan Şakir Kesebir(zamanın bakanı) Planı gibi başka serbest bölge girişimleri daha yapılmış olsa bile, 1929 Ekonomik Bunalımın da etkisiyle daralan uluslararası ticaret, ülkelerin korumacı önlemleri arttırması ve Türkiye'nin uyguladığı ithal ikameci ekonomi modeli nedenleriyle hayata geçmemiştir.”
1970’li yılların sonuna doğru yaşanan ekonomik ve politik bunalım ülkemizi de etkiledi. Kurulu sistemin bir parçası olan iktidar erki dünya mali kuruluşlarının dayatması sonucunda 1980 başında 24 Ocak kararları adı altında ekonomik ve politik kararlar alındı. Bu da yetmedi 12 Eylül 1980 de askeri faşist darbesi yapıldı. Darbe hükümetleri toplumu zapturapt altına alırken yasaklar ve kısıtlamalarla maaşları düşürdü, tarım taban fiyatlarını düşürdü, döviz kurunu serbest bıraktı ve yatırımlara kolaylık sağladı. Sözde ihracata dayalı büyüme model temelli serbest bölgeler oluşturulmaya başlandı. 1953 tarihli kanuna dayanılarak Antalya ve Mersin’de serbest bölge yani “organize” sanayi bölgesi kanunu darbe sonrası hükümetler tarafından yasalaştı.
Türkiye'deki serbest bölgelerde uygulanan bazı teşvik ve avantajları belirtelim; Kurumlar ve Gelir Vergisinden %100 muaftırlar. Bölgeye giren mallar için Gümrük Vergisi, KDV, KKDF ödenmez. Ticaret politikası önlemleri uygulanmaz. Üretiminin %85 ve fazlasını ihraç eden firmalar personel maaşları üzerinden hesaplanan gelir vergisi stopajından muaftırlar. Elde edilen kârlar hiçbir izne gerek olmadan yurt içine veya yurt dışına transfer edilebilir. Türkiye'den Serbest Bölgeye yapılan satışlar ihracat sayıldığından firmalar, Türkiye'den ihraç fiyatına KDV'siz mal satın alabilirler. Her türlü altyapı hizmetleri (Elektrik, Su, Doğal gaz, Haberleşme) KDV'siz olarak firmalara sunulur. İkinci el makinelerin Serbest Bölgelere girişlerinde yaş sınırı yoktur. Gümrüksüz ve süre kısıtlaması olmadan stoklama yapar ve yabancı personel çalıştıra bilme hakkına sahiptir.
Serbest bölge vergi vermez, kural tanımaz, ama hizmet ister. Sahiden elektrik, su, doğalgaz ve diğer kamu hizmetlerinin ücretini verip hizmet alamayan ve her geçen gün ücreti artan hizmetlerde yurttaş daha da mağdur olmakta. Serbest ya da Organize sanayi bölgesi ülkemize nasıl bir değer katıyor? Katıyor da yurttaş olarak biz görüyor muyuz?
Günümüzde sistemin jandarması “kanal” yapımını gözlerden ırak devam ettirirken özerk bölgenin zemini hazırlamaya devam etmekte. Aynı yönetim Orta Doğu da “barış” adıyla icraatlarına devam etmekte. Sahiden doymak bilmeyen hep bana rab bana diyen yani pazar savaşları, işgalleri ve talanları çıkaran katliamları yapan bugünlerde neden “barış” ister?
Bu gibi işler kurulu sistemin çıkarına “organize” olmaz ise nasıl gündeme gelir?