
Barış var refah yok!

PKK silah bıraktı. Bu topraklar yıllardır özlemini çektiği bir haberi sonunda aldı. Akan kanın durması, annelerin ağlamaması, dağların sessizliğe bürünmesi… Evet, barış çok kıymetli. Ancak barış tek başına her derde deva mı?
Bu ülke, silahların susmasıyla birlikte güllük gülistanlık bir sabaha uyanmadı. Tam tersine, insanların cebindeki delik büyümeye, adalete olan güven azalmaya, ifade özgürlüğü daha da kısılmaya devam etti. Oysa barışın ardından umut filizlenmeli, demokrasi güçlenmeliydi. Ne oldu peki?
İktidar, yıllardır ülkenin güvenlik sorununu siyasi bir kalkan gibi kullandı. Ekonomik çöküş, yolsuzluk iddiaları, liyakatsizlik, basın üzerindeki baskılar… Her eleştiri, “önce terörü bitirelim” savunmasıyla susturuldu. Şimdi o savunma düştü. Silahlar sustu. Bahaneler tükendi. Ama sorunlar hâlâ yerli yerinde duruyor.
Peki şimdi ne yapacak iktidar? İşsizlik rekor kırarken, gençler ülkeyi terk etmek isterken, çiftçi borç batağındayken, enflasyonla yatıp yoksullukla kalkarken… Artık “beka” deyip geçiştiremezsiniz. Artık suskun kalan halk değil, susturulmak istenen gerçekler konuşuyor.
Demokrasi, sadece çatışmanın bitmesiyle inşa edilmez. Demokrasi, her vatandaşın kendini özgürce ifade edebildiği, hukuk karşısında eşit olduğu, alın terinin karşılığını aldığı bir düzenle var olur. Ve bu düzeni kurmak, artık silah bırakmış bir örgütü suçlayarak değil, halkın yarasını sarmakla mümkün olur.
Silahların susması güzel. Şimdi sıra kulakların açılmasında...
İmamoğlu'nu unutmayalım!
Ve tüm bunların üstüne, hâlâ haksız, hukuksuz bir tutukluluğu konuşuyoruz: Ekrem İmamoğlu. İstanbul halkının oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanı, siyasi hırs ve korkular uğruna özgürlüğünden edildi. Bu durum, sadece bir kişinin değil, milyonların iradesinin gaspıdır.
İmamoğlu’nun cezaevinde tutulması, demokrasiye indirilen en ağır darbelerden biridir. Bu ülkede barış sağlanmış olabilir ama adalet hâlâ esir. Sandıkta kazanamadıklarını, yargı eliyle gasp eden bir anlayışla karşı karşıyayız. Sessiz kalmak, bu düzene ortak olmaktır.
Bu yazının sonunda sormak gerekiyor: Eğer barış geldi ama adalet hâlâ yoksa, o zaman biz neyin içindeyiz? Demokrasi süsü verilmiş bir otoriterliğin mi, yoksa halkı susturmakla meşgul bir korku rejiminin mi?
Silahlar sustu, sıra halkın sesinde. Şimdi konuşma vakti. Hem de yüksek sesle.