
Vergide adalet: Kimden ne kadar?

Vergi, devletin vatandaşından kamusal hizmetler karşılığında aldığı bir katkıdır. Fakat mesele sadece vergi almak değil, adil vergi almak olmalıdır. Türkiye’de yıllardır tartışılan bir gerçek var ki o da vergideki adaletsizliktir. En sabit gelirli olan işçi, vergi yükünün en ağır kısmını sırtlanırken, büyük ticaret erbapları, şirket sahipleri ve hatta bazı yüksek kazançlı meslek grupları bu yükten ya ustaca sıyrılıyor ya da daha hafif şekilde atlatıyor.
İşçiler maaş almadan önce gelir vergisi kesiliyor. Yetmiyor, maaşıyla markete, pazara gittiğinde KDV ödüyor. Elektrik, su, doğalgaz derken cebindeki para vergiyle buharlaşıyor. Yani bir işçi hem gelir vergisi ödüyor hem de harcarken vergi veriyor; bu da çifte vergi anlamına geliyor. Üstelik yıl içinde aldığı maaş artmadığı hâlde vergi dilimi yükseliyor, böylece eline geçen net miktar azalıyor. Buna “artmayan maaştan artan vergi” çelişkisi de diyebiliriz.
Öte yandan ticaretle uğraşanlar, giderlerini belgeleyerek vergiden düşebiliyor. Bir iş yeri sahibi lüks arabasını, cep telefonunu, hatta bazı özel harcamalarını bile “gider” olarak gösterip vergisini minimize edebiliyor. Bu da toplumda haklı bir şekilde “vergide adalet nerede?” sorusunu gündeme taşıyor.
Avrupa’da ise tablo biraz daha farklı. Örneğin Almanya’da ya da Hollanda’da, bireyin temel ihtiyaçlarını karşılayacak geliri vergiden muaf tutuluyor. Gıda, çocuk bakımı, eğitim gibi alanlarda ya düşük KDV uygulanıyor ya da hiç alınmıyor. Asgari ücretliden alınan vergi oranı düşürülerek dezavantajlı kesim korunuyor. Yani devlet, “önce yaşa, sonra kazandıkça katkını ver” diyor. Bu yaklaşım sosyal devlet anlayışının bir gereğidir.
Türkiye’de ise gelir düzeyine göre alınan vergi oranı artıyor gibi görünse de, pratikte en çok vergiyi, hiçbir gider gösteremeyen sabit maaşlılar ödüyor. Oysa gerçek adalet, bireyin gelirine göre değil, yaşam koşullarına göre vergi almakla başlar. Bir işçinin geliri, geçim sınırının altındaysa oradan vergi almak sadece haksızlık değil, vicdansızlıktır. Vergi politikaları yeniden ele alınmalı, gelirin yüzde 10’unu aşmayacak şekilde bir üst sınır getirilmelidir.
Bugün milyonlarca insan yüksek enflasyon karşısında ezilirken, devletin vergiyle nefes aldırması gerekirken, tam tersine daha da boğması sürdürülebilir değildir. Sosyal barış ve ekonomik adalet için vergide reform şarttır.
Vergi, sadece devlete değil, geleceğe duyulan güvenin de ölçüsüdür. Adil olmayan vergi sistemi, ne kalkınma getirir ne de toplumda aidiyet duygusu oluşturur. Vergide adalet istiyorsak, önce insanı merkeze alan bir vergi anlayışını benimsemeliyiz.