Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Açık
17°
Ara

Özel'e saldırı ve medyanın tavrı

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Özel'e saldırı ve medyanın tavrı

Günün birinde bir ülkenin ana muhalefet lideri saldırıya uğruyorsa, bu sadece bir güvenlik zaafı değildir; bu, siyasal şiddetin normalleştiği bir dönemin açık ilanıdır. Özgür Özel’e yönelik fiziksel saldırı, münferit bir öfke patlaması değil; uzun süredir örülen ve adım adım beslenen bir siyasal dilin, toplumu düşman kamplara ayıran kutuplaştırıcı stratejilerin sonucudur.

Türkiye’de muhalefet artık yalnızca iktidarla değil; nefretle, linçle, hedef göstermeyle ve bazen de fiziksel saldırılarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Siyasetin doğası gereği çatışmalı olması normaldir; ama bu çatışma fikirler düzeyinde kalmalıdır. Ne yazık ki yıllardır kullanılan “hain”, “terörist sevici”, “beşinci kol” gibi etiketler, muhalefeti hedef hâline getiriyor ve bir noktadan sonra bu zehirli söylem sokakta can buluyor.

Medyanın yaptığı doğru mu?


Tam bu noktada medya devreye giriyor. Ama hangi medya? Çünkü Türkiye’de medya ikiye ayrılmış durumda: Gerçekleri savunmak pahasına baskı gören bağımsız gazetecilik ile iktidarın diliyle konuşmayı tercih eden yandaş medya.

Saldırıdan hemen sonra bazı medya organlarının attığı başlıklara bakalım:
“Provokasyon olabilir mi?”, “Gerginliği kim artırıyor?”, “Özel halkı kışkırtıyor mu?”
Bu başlıklar bir haber verme refleksi değil, algı yönetimi taktiğidir. Muhalefeti hedef hâline getiren söylemlerle doludur. Hedef gösterme eylemleri, artık manşetlerde masumlaştırılıyor, hatta yer yer meşrulaştırılıyor.

Unutmayalım: Bugünün hedefi Özgür Özel’di. Dün Ekrem İmamoğlu’ydu. Ondan önce Meral Akşener, Canan Kaftancıoğlu, Selahattin Demirtaş’tı. Ve basın bu süreçlerde ya ses çıkarmadı ya da süreci “normalleştirerek” pasifleşti. Bu da toplumun öfke eşiğini düşürdü. Artık bir lidere saldırmak, bir basın mensubunu tehdit etmek ya da bir kadına sosyal medyada hakaret etmek; sıradan bir olaymış gibi algılanıyor. Bu “normal” hal, otoriterliğin sessiz ama en güçlü aracıdır.

Sorumluluk kimde?

 

Muhalefet sürekli bir “itidalli olma” çağrısı içinde kıvranırken, iktidar cephesinden gelen bazı açıklamalar saldırıya mesafe koyar gibi görünse de özünde sorumluluğu flu bırakıyor. “Kışkırtmalara gelmeyelim”, “Toplumumuz sağduyuludur” gibi soyut ifadeler, hedef gösteren dili sorgulamaktan özenle kaçınıyor.

Ancak bu noktada yalnızca siyasetçilere değil, topluma da büyük sorumluluk düşüyor. Çünkü bu ülkenin muhalefeti yalnızca birkaç siyasi figürden ibaret değildir. Muhalefet, sesini duyurmaya çalışan bir köşe yazarı, bir sendika lideri, bir akademisyen ya da bir sivil toplum gönüllüsü olabilir. Eğer Özgür Özel’e yapılan saldırıya yeterince ses çıkarılmazsa, yarın bu baskının kimi bulacağı meçhuldür.

Sonuç yerine

Bu ülkede hâlâ bir demokrasi kırıntısı varsa, onu korumak için mücadele eden insanlar sayesindedir. Özgür Özel’e yönelik saldırı, sadece bir kişinin değil, özgür düşüncenin de hedef alındığını bize hatırlatıyor. Medya ise ya bu saldırıyı görünür kılıp yüzleşmemizi sağlayacak ya da suskunluğu ile otoriterliğe ortak olacak.

Bugün Özgür Özel’di. Yarın sen, ben, biz olabiliriz.
Ve bu yüzden hep bir ağızdan söylemeliyiz: Bu gemi batmayacak.

 

Sessizlik onaydır!


Her birimiz birer yolcuyuz bu gemide. Kimi fikirleriyle, kimi emeğiyle, kimi sadece varlığıyla direniyor baskıya. Bugün susarsak, yarın konuşacak bir zemin kalmayabilir. Bu yüzden çağrımız nettir:

Saldırının, nefretin, korkunun karşısında tek vücut olmalıyız.
Siyasetçinin değil; fikrin, sözün, özgürlüğün tarafında olmalıyız.
Çünkü suskunluk, şiddeti teşvik eder. Sessizlik onaydır.

Bu yüzden buradayız.
Ve buradayız çünkü…
Bu gemi batmayacak.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *