
Milyonların sessiz çığlığı arasında!

Bir ülkede sokaklar sessizse, ya insanlar huzurludur ya da umudunu yitirmiştir. Ve ne yazık ki biz uzun süredir ikinci seçeneğin koyu gölgesindeyiz. Çarşıda, pazarda, otobüslerde, kahvehanelerde herkes fısıltıyla konuşuyor. Çünkü artık yüksek sesle dert anlatmak bile bir cesaret işi haline geldi.
Bugün bu ülkenin vatandaşı sabah kalktığında önce ay sonunu, sonra çocuklarının geleceğini, sonra da susturulmuşluğunu düşünüyor. Asgari ücret, enflasyonun gölgesinde bir mum gibi eriyor. Markette fiyatlar saat başı değişiyor ama hükümet hâlâ “dünyada kriz var” masalını anlatıyor. Oysa biz bu masalı dinlerken, başka ülkelerin halkları refah içinde yaşıyor. Onlar krizle başa çıkıyor, biz ise krizin altında eziliyoruz.
Sormak gerekiyor: Ekonomik verilerle oynayarak, TÜİK’e rakamları makyajlatmakla hangi gerçeği örtebilirsiniz? Emekli, pazara gitmeden önce ne kadar sebze alabileceğini hesaplıyor. Gençler, artık sadece işsizliği değil, ülkeden gitme hayalini konuşuyor. Her beyin göçü, bu topraklardan bir umut eksiltiyor.
Demokrasi deseniz, artık vitrin malzemesi. Medya yandaş, yargı bağımlı, muhalefet baskı altında. Özgürlük bir zamanlar sahip olduğumuz bir şeydi; şimdi ise sadece hatırladığımız bir hayal gibi. Bir tweet’le gözaltına alınan gençleri, susturulan gazetecileri, kayyum atanan belediyeleri düşünün. Bu nasıl bir “ileri demokrasi”?
Sözüm meclisten dışarı değil; meclisin içi zaten susturulmuş. Kararlar bir kişinin dudakları arasından çıkıyor. Bakanlar değişiyor ama zihniyet aynı kalıyor. Ülke yönetilmiyor, adeta idare ediliyor. Ve biz, kırık dökük bir sistemin içinde hayatta kalmaya çalışıyoruz.
Artık susma zamanı değil. Çünkü suskunluk, zalime cesaret verir. Ve bu halk, suskunlukla değil, direnerek kazandı geçmişte. Bugün de yeniden o cesarete ihtiyaç var. Çünkü bu gemi ancak birlikte çıkabilir karanlıktan aydınlığa.