
Önce dinle sonra konuş

“Ey iman edenler! Eğer fasık bir kimse size bir haber getirirse, onu araştırın; yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
(Hucurât Suresi, 6. Ayet)
Toplum olarak en çok yaralandığımız yer, en az dikkat ettiğimiz yerdir: Bilgi. Özellikle sosyal medya çağında, bir haberin doğruluğunu teyit etmeden inanmak, yaymak ve hatta hüküm vermek artık bir refleks haline geldi. Oysa ki Hucurât Suresi 6. ayet, sadece bir nasihat değil; insani, ahlaki ve sosyal ilişkilerin temelini inşa eden evrensel bir ilkedir: Araştırmadan karar verme!
Bugün bir dostluk, bir komşuluk, bir ticaret ortaklığı ya da bir aile ilişkisi en çok da yanlış anlaşılmalarla, eksik ya da çarpıtılmış bilgilerle yara alıyor. Bir söz duyuyoruz, bir haber işitiyoruz, bir dedikodu yayılıyor kulağımıza... Ne kadar doğru? Kimden geldi? Kaynağı ne? Bu sorular çoğu zaman sorulmuyor. Oysa ki bir sözün doğruluğunu araştırmak, insan olmanın, mümin olmanın ve ahlaki bir duruşa sahip olmanın ilk adımıdır.
Unutmayalım ki insanlar sadece darbelerle değil, iftiralarla da yıkılır. Bazen bir cümle, bir ailenin yıkılmasına, bir dostluğun bozulmasına, bir işin çökmesine, bir itibarın zedelenmesine sebep olur. Ve biz, o cümleyi doğrulamadan, muhatabını dinlemeden paylaştığımızda, bu yıkımın bir parçası oluruz.
Bu sadece bireysel ilişkilerle sınırlı değil. Toplumun tamamı için geçerli bir uyarıdır bu ayet. Çünkü bilgi; insanlar arasındaki köprüdür. Doğruysa güveni güçlendirir, yanlışsa köprüyü yıkar. Bu yüzden bilgiyle hareket eden herkesin taşıdığı sorumluluk büyüktür. Gazeteciden öğretmene, siyasetçiden imamına, esnaftan ev hanımına kadar herkes, “önce araştır, sonra konuş” ilkesini hayatının merkezine koymalıdır.
Bilhassa toplumun ilerlemesinde ve gerilemesinde önemli rolü olan sivil toplum kuruluşları için bu durum daha da hassastır. Çünkü STK'lar, halkın vicdanı ve sesi olma iddiasındadır. Ancak ne yazık ki, çoğu zaman bu kuruluşlarda adamcılığın, hizipçiliğin, dedikodunun ve çıkar gruplarının etkisi altında şekillenen bir yapı görmekteyiz. Buralarda bilgi değil, aidiyet ve hizip belirleyici hale gelmektedir. Bu da hem kurumsal güveni zedeler hem de toplumsal birlik duygusunu kökten sarsar.
Yanlış bilginin yayılması sadece kişilere değil, toplumun tüm dokusuna zarar verir. Beşeri münasebetler başta olmak üzere aile ilişkileri, ticaret hayatı, sivil toplum yapıları, siyasi oluşumlar ve hatta dini cemaatler bu yüzden yara alır. Bilgiyi kaynağından dinlemeden yapılan her yorum, her karar ve her hüküm bir başka çatlağın habercisidir.
Bu noktada Müslüman’ın duruşu net olmalıdır: Her söz güvenilir değildir, her haber doğru değildir. Her iddia hakikati yansıtmaz. Öyleyse yapılacak şey bellidir: Dinlemek, araştırmak, sormak ve sorgulamaktır. Ve en önemlisi; doğrudan muhatabı dinlemektir. Çünkü duymak anlamak değildir. Anlamak ise önce niyeti, sonra da bilgi kaynağını tanımaktan geçer.
Bilginin doğruluğu araştırmak ve doğruyu ortaya çıkarmak, ahlaki olduğu kadar sosyal bir duruştur da. Çünkü güvenin temeli bilgidir. Doğru bilgi; güveni doğurur, güven ise toplumu ayakta tutar. Aksi takdirde birbirimize olan itimadımızı kaybeder, her sözde kuşkuya düşer, sonunda birlikte yaşama irademizi yitiririz.
Peki ne yapmalı?
Her haberin kaynağını sorgulamalıyız. Her sözü duyanla değil, söyleneni yapanla da konuşmalıyız. Bilginin muhatabını mutlaka dinlemeliyiz. Ve şunu unutmamalıyız: Bir söz, bir kişiyi değil, bir toplumu da imtihana sokar. Bu yüzden yalnızca duymak yetmez, anlamak gerekir. Anlamadan yargılamak değil, dinlemeden karar vermek değil, araştırmadan hüküm vermek hiç değil...
Doğru bilgi; barışın, güvenin ve kardeşliğin anahtarıdır.