
Trump Afrika'da neyin peşinde?

Afrika'yı takip edenler bilirler, ABD başkanı Trump ilk döneminde Afrika ile hiç ilgilenmedi, kıtaya ayağını basmadı, kıtadan ve liderlerinden haz etmediğini saklamadı, bu yöndeki küfürlü cümleleri hala hatırımızda. Bu arada Çin'in Afrika'ya açılımını hep eleştirdi, Pekin’in kıtayı borç batağına ittiğini iddia etmeyi sürdürdü. Halen ikinci Trump dönemindeyiz, , bu defa ABD radarında Afrika ne kadar yer alacak merak ediyoruz.
Göreve gelir gelmez USAID tarafından kıtaya tahsis edilen büyük meblağları durdurması Trump'ın Afrika'ya yönelik ilgisizliği ve kayıtsızlığının teyidi biçiminde algılandı. Kıtanın neresinde açlık var ise o noktaya koşan Dünya Gıda Programı’nın (WFP) en büyük bağışçısı olan USAID’in bu kuruluşa aktardığı parayı kesmesi, Vaşington'un Afrika'ya “açlıktan ölmeniz beni ilgilendirmiyor” yönündeki bir mesajı niteliğinde.
Göreve gelmeden önce “savaşları ben bitiririm”, “Gazze’ye, Ukrayna’ya barışı ben getiririm” diye propaganda yapan Trump'ın bu iki çatışmadan hiç de geri kalmayan Sudan'daki ordular savaşını da gündemine dahil etmesi beklentisi içinde olduğumu itiraf edeyim. Gazze ve Ukrayna için ayırdığı zamanın onda birini dahi Sudan'a tahsis etmedi. Kanaatim, Sudan'da ateşkesin ilanı ve ardından barışın tesisi, ABD menfaatleri ile örtüşmüyor.
Başka ifadeyle, ordular savaşının devam etmesi ve Sudan'ın daha fazla batması Vaşington'u rahatsız etmiyor, belki de işine geliyor diye değerlendiriyorum. Diktatör Ömer El-Beşir'in döneminde ABD'nin Sudan'dan ne kadar derin nefret ettiğine birinci elden şahit olduğum cihetle, Pentagon, Beyaz Saray veya CIA yetkililerinin aralarında, Al-Burhan ve Hemeti hakkında “yesinler birbirlerini” mealinde konuştuklarını duyar gibi oluyorum.
Trump’ın Afrika'ya ilgi göstermeyeceği, vize yasakları koyacağı, gümrük tarifeleriyle Afrikalı iş çevrelerini tehdit edeceği varsayımları konuşulurken, bir sabah uyandığımızda, Ruanda ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin (KDC) Dışişleri Bakanlarının, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubi ile birlikte, Vaşington'da, barış doğrultusunda ön metinler imzaladıklarına (26 Haziran) şahit olduk.
30 yılı aşkın süredir çözülemeyen Doğu Kongo sorununa kıta dışından gösterilen ilginin hayli arttığı dikkat çekiyor. Geçtiğimiz mart ayında Katar emirinin çatışan iki komşu ülkenin dargın liderleri Paul Kagame ve Felix Tshisekedi'yi Doha'da bir araya getirerek ateşkes taahhüdü aldığını biraz hayretle okumuştuk. O zaman Afrika Birliği'nin atadığı resmi arabulucu Angola dururken Katar'ın rol çalma çabasından rahatsızlık duyduğumu kaydetmiştim.
Ardından, Katar'a ilaveten ABD de işin içine girdi. Önümüzdeki haftalarda, Kagame ve Tshisekedi'nin Vaşington'da, beklenen barış anlaşmasını imzalayacakları biliniyor. Vaşington ile Doha arasındaki iş bölümü uyarınca; Katar'ın, silahlı çatışmanın tarafları M23 ve KDC milis güçleri (Wazalendo) arasında ateşkes sağlanması, ABD'nin ise kapsamlı barış anlaşmasının imzalanması ile bölgede yasal madenciliğin önünün açılmasından sorumlu oldukları görülüyor.
Trump'ın maden zengini KDC'nin Doğu Kongo sorununa el atması Ukrayna’ya yapılan askeri yardımların bu ülkedeki nadir madenlerle ilişkilendirilmesi ile paralellik arz ediyor. Başka deyişle, Trump bir krize salt bölge barışı açısından değil, ticari bir menfaat açısından bakıyor. Doğu Kongo sorununa bu çerçevede el attı, buradaki madenlerin işletilmesi ve yeraltı zenginliklerinin Çin'e değil de ABD'ye ihraç edilmesi amaçlandı.
Geçtiğimiz haftada sürpriz yaparak, beş batı Afrika ülkesi liderini Vaşington'a çağırmış ve adeta bir mini zirve düzenlemiş. Böylece, Senegal, Gine-Bissau, Moritanya, Liberya ve Gabon Devlet Başkanlarının ağırlandıklarını ve şereflendirildiklerini şaşkınlıkla izledik. Böylece Trump Afrika'ya ilgi göstermiyor, efsanesi sona erdi. Afrika'ya mesajı bundan böyle: “yardıma hayır, ticarete evet” yönünde.