Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Açık
25°
Ara

Türkiye her gün daha geriye gidiyor

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Türkiye her gün daha geriye gidiyor

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş felsefesini aklın, bilimin ve çağdaşlaşmanın üzerine inşa etmiş bir ülkedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen devrimler, yalnızca bir rejim değişikliği değil; toplumun tüm dokusunu değiştirmeye yönelik bir çağdaşlaşma hamlesiydi. Halifeliğin kaldırılmasından kadınlara seçme-seçilme hakkı verilmesine, Latin alfabesine geçişten laik eğitime kadar uzanan bu reformlar, Türkiye’yi çağdaş dünya ile entegre etme hedefi taşıyordu.

Ancak son yıllarda yaşanan gelişmeler, bu hedeflerden ciddi bir sapma olduğunu gösteriyor. Laiklik ilkesi sistematik olarak aşındırılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın eğitim, siyaset ve günlük yaşam üzerindeki etkisi artarken; bilimsel eğitim yerini dogmatik öğelere bırakıyor. Okullarda müfredatlar dini ağırlıklı hale geliyor, karma eğitimin altı oyuluyor, kız çocuklarının eğitimi birçok bölgede hâlâ ikinci planda.

Bu gidişat, sadece laiklik ilkesine değil, aynı zamanda eğitimde fırsat eşitliğine, toplumsal cinsiyet eşitliğine ve düşünce özgürlüğüne de büyük darbe vuruyor. Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü artık sadece kitaplarda bir alıntıdan ibaret kalıyor.

Yargıya güvenen insan kalmadı

Demokrasinin temel taşlarından biri olan yargı bağımsızlığı, Türkiye'de ciddi erozyona uğramış durumda. Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun yapısı ve atama usulleri, yargının iktidarın gölgesi altına girdiğini açıkça ortaya koyuyor. Muhalif siyasetçilerin, gazetecilerin ve akademisyenlerin çeşitli bahanelerle tutuklanması; dosyaların siyasi gerekçelerle açılması veya kapatılması, hukuk devletine olan güveni yerle bir ediyor.

Yargının siyasallaşması, toplumda adalet duygusunun zedelenmesine yol açıyor. Adaletin terazisi bozulduğunda, insanlar haklarını aramaktan vazgeçiyor, sessizleşiyor veya yurt dışına göç etmeyi tercih ediyor. Bu durum özellikle gençler arasında yaygın. Üniversite mezunu gençlerin büyük bir kısmı, ülkesinde gelecek göremediği için çareyi başka ülkelerde arıyor. Beyin göçü Türkiye'nin geleceğini çalıyor.

Ekonomi çöktü

Türkiye ekonomisi derin bir kriz içinde. Enflasyon oranları resmi verilere göre bile çift haneli, ama halkın yaşadığı gerçek enflasyon bunun çok üzerinde. Alım gücü her geçen gün düşerken, vatandaş temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. Emekli maaşlarıyla geçinmek imkansız hale gelmiş durumda. Asgari ücret her ay biraz daha eriyor.

İşsizlik, özellikle gençler arasında alarm verici seviyede. Üniversite mezunu gençler ya işsiz ya da diplomalarıyla ilgisiz işlerde düşük ücretlere çalışmak zorunda kalıyor. Bu durum, gençlerin hayal kurma yetisini yok ediyor. Artık bir ev, bir araba hatta bir tatil dahi gençler için ulaşılamaz hayaller.

Ekonomik kriz sadece maddi değil, aynı zamanda manevi bir çöküşü de beraberinde getiriyor. İnsanlar birbirine güvenmiyor, kurumlara inanmıyor, gelecekten umut duymuyor. Psikolojik sorunlar artıyor, toplumsal çöküş sessiz ama derin bir şekilde ilerliyor.

 

Nereye gidiyoruz?

Türkiye’de bugün yaşananlar, Atatürk ilke ve devrimlerinden uzaklaşmanın nelere mal olabileceğini açıkça gösteriyor. Laikliğin rafa kaldırılması, eğitimin dinselleştirilmesi, yargının bağımsızlığını yitirmesi, gençlerin umutsuzluğu ve ekonomik yıkım... Tüm bu unsurlar birbirini besleyen bir gerileme döngüsüne işaret ediyor.

Bu tablo karşısında toplumun geniş kesimleri ya sessizleşiyor ya da kutuplaştırıcı bir dilin içine çekiliyor. Medya büyük ölçüde kontrol altında, sivil toplum baskı altında, üniversiteler susturulmuş durumda. Eleştirel düşüncenin yerini propaganda, sorgulamanın yerini biat almış gibi görünüyor.

Ancak hâlâ umut var. Türkiye'nin tarihi, en umutsuz anlarda bile ayağa kalkabilen bir halkın hikayesidir. Gençler hâlâ sorguluyor, araştırıyor, değişim istiyor. Kadınlar sokakta, öğretmenler direniyor, bilim insanları hâlâ üretiyor. Umutsuzluk tuzağına düşmeden, Atatürk’ün “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır” sözüyle yeniden ayağa kalkmak mümkündür.

Bu kötülüğü nasıl yenebiliriz?

Türkiye’nin tekrar ayağa kalkabilmesi için;

Laiklik yeniden tesis edilmeli, eğitim kurumları aklın ve bilimin egemenliğine bırakılmalıdır.

Yargı tam bağımsız hale getirilmeli, siyasetten arındırılmalıdır.

Ekonomide şeffaflık ve liyakat esas alınmalı, üretime dayalı, adil bir kalkınma modeli benimsenmelidir.

Gençlere güven verilmeli, ifade özgürlüğü sağlanmalı, beyin göçü tersine çevrilmelidir.

Toplumsal uzlaşı ve adalet sağlanmalı, kutuplaştırma politikalarına son verilmelidir.

Unutulmamalıdır ki Türkiye bir din devleti değil, bir hukuk devletidir. Bu kimliği korumak hepimizin görevidir. Geleceği yeniden inşa etmek; yalnızca siyasetçilerin değil, her yurttaşın omuzlarında taşıdığı bir sorumluluktur. Cumhuriyet, ancak halk sahip çıkarsa yaşayabilir.

Son söz yerine geçsin;


Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz” sözü hâlâ geçerliliğini koruyor. Bu söz, bugün yaşadıklarımızın karşısında bir uyarı değilse, nedir?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *