
İbadet ve ahlak: Bilinçsiz dindarlığın çıkmazı

İnsanlık tarihi boyunca din, sadece inançla sınırlı kalmayan; toplumu şekillendiren, kültürü yoğuran, davranışları biçimlendiren bir gerçeklik olarak var olmuştur. İslam dini de bu bağlamda, yalnızca bir inanç sistemi değil; aynı zamanda bir yaşam biçimi, bir ahlak öğretisidir. Ne var ki günümüzde dinin kişi üzerindeki ahlaki dönüştürücülüğünü kaybettiğine dair ciddi bir tespit yapmak zorundayız. Bu tespitin ana kaynağı ise ibadetlerin bilinçten ve şuurdan yoksun bir şekilde yapılmasıdır.
Sosyolojik olarak değerlendirildiğinde, din sadece bir vicdan meselesi değildir; aynı zamanda toplumsal ilişkileri düzenleyen, normatif yapıyı oluşturan ve kişiler arasında etkileşimi biçimlendiren bir kurumdur. Emile Durkheim’a göre din, toplumsal dayanışmanın temel taşlarından biridir. Ancak bu dayanışma, ahlaki bir zeminle mümkündür. Eğer dinin önerdiği, emrettiği badetler ve ameller kişinin ahlakını dönüştürmüyor, aksine onu daha da bireyselleştiriyor ve toplumsal ilişkilerini yozlaştırıyorsa, orada ciddi bir anlam kopukluğu vardır.
Kur’an-ı Kerim’de namazın kötülükten alıkoyacağı ifade edilir. Bu, ibadetin salt şekliyle değil, içselleştirilmiş haliyle anlam kazandığını gösterir. Fakat bugün İslam coğrafyasının birçok yerinde, ibadet eden insanların bir kısmının hayatında yalan, hile, kibir, adaletsizlik, hak yeme gibi ahlaki sorunlar yaygın şekilde görülmektedir. Sorgulanması gereken asıl mesele de budur: Eğer ibadet ahlakı güzelleştirmiyorsa, ortada bir sorun vardır.
Ve o sorun, “bilinçsiz ibadet”tir.
Günümüz Müslüman toplumlarında ibadet çoğu zaman şekilsel bir ritüele indirgenmiştir. Weber’e göre kişinin davranışı, anlamla yüklü olduğunda toplumsal bir karşılık bulur. Ancak bilinçten uzak, ezbere dayalı, ruhsuz ibadetler kişide ne bir içsel dönüşüm oluşturur ne de topluma olumlu bir katkı sağlar. Neticede ortaya şeklen Müslüman ama ahlaken boşlukta kişiler çıkar.
İslam ahlak dinidir. Peygamber Efendimiz’in "Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" sözü bu durumu net biçimde ortaya koymaktadır. O’nun ahlakının Kur’an olduğu vurgusu, her Müslüman için bir rehberdir. Ancak ümmetin bugünkü hali, bu ahlaki mirasa sahip çıkamadığının bir göstergesidir. Dindarlığın şekle indirgendiği, bilinç ve şuurdan uzak bir anlayışla yaşandığı bir çağdayız.
Bu noktada çağrımız hem kişiye hem topluma yöneliktir: Dindarlık, yalnızca ritüellere indirgenemez. Namaz, oruç, zekât gibi ibadetler, ahlaki bir bilinçle yoğrulmadıkça, kişiyi dönüştürmez. Çünkü din, sadece Allah’a değil, insana ve topluma karşı da sorumluluk yükler.
Bugün Müslüman toplumların temel sorunu maddi değil, ahlakidir. Bu ahlaki çözülüş; ailede, okulda, iş yerinde, siyasette, hatta ibadethanelerde kendini göstermektedir. Toplumun yeniden inşası için ibadet bilincinin, ahlaki şuurun ve toplumsal sorumluluk duygusunun yeniden kuşanılması zorunludur.
Çünkü şunu asla unutmamalıyız: Ahlaksız bir dindarlık, dine yapılan en büyük ihanettir.