
Koca şehir boş cüzdanlar

Bir zamanlar hayali kurulan şehir İstanbul… Şimdi birçoğumuz için ne yazık ki bir hayal kırıklığına dönüştü. Boğaz’ın serin rüzgarı artık ferahlatmıyor; çünkü cebimizde rüzgar esiyor. Türkiye’nin kalbi dedikleri bu şehir, artık dar gelirli için boğazına kadar borç demek, yorgun bir hayata tutunma çabası demek.
Emekli desen, 30-40 yıl çalışmış, vergi ödemiş, didinmiş… Şimdi en ucuz pazarı, en uyduruk ürünü, en düşük kalorili öğünü kovalıyor. Binlerce emekli, aldığı maaşla kirayı bile ödeyemiyor. Devletin açıkladığı emekli maaşıyla ay sonunu getirebilmek, İstanbul gibi bir şehirde mucize. Ekmek olmuş 10 lira, peynir dilimle satılıyor. Tencereler boş, gözler dolu.
Asgari ücretli desen, sefaletin güncel tanımı. Sabahın köründe kalkıyor, iki vasıta değiştirip işe gidiyor, akşam bitkin dönüyor. Maaş mı? O zaten ayın ilk haftasında buharlaşıyor: kira, fatura, yol, yemek derken geriye ancak simit çayı düşlüyor. 17-18 bin lira maaş alan biri İstanbul’da nasıl geçinsin? Hele bir de çocuk okutuyorsa, hayat resmen açlık sınırında cambazlık yapmak.
Kiralardan bahsetmişken… Eskiden İstanbul’da “merkezde ev bulmak zor” denirdi, şimdi “İstanbul’da ev bulmak zor” oldu. Ümraniye’de, Esenyurt’ta, Sultanbeyli’de bile 2+1 kiralar 15-20 bin bandında. Bu paraları ödeyen insanlar ya üç kişi çalışıyor ya da kredi kartından kart çeviriyor. Birçoğu da ev sahibi olmanın hayalini çoktan rafa kaldırdı. Zaten kira öder gibi ev sahibi olunamıyor artık, kira öder gibi borca batılıyor.
Peki ya bu durumun sonu? Kimse bilmiyor. Ama bir gerçek var: İstanbul’da yaşamak artık ayrıcalık değil, çileye dönüşüyor. Ve bu çile, en çok da çalışıp didinmiş emekliyi, ailesini geçindirmeye çalışan asgari ücretliyi eziyor. Bir şehir, eğer sadece zenginine huzur, yoksuluna eziyet sunuyorsa… O şehir artık yaşanabilir değil, sadece katlanılır hale gelmiştir.
İstanbul artık kalabalık değil, kalp kırıcı. Her geçen gün biraz daha adaletsiz, biraz daha yaşanmaz. Ve biz bu şehirde yaşamak değil, hayatta kalmaya çalışıyoruz.