
Kinle değil merhametle direnmek

İçinden geçtiğimiz çağda insanlık, teknolojik gelişmelerle büyük bir hız kazanmış olsa da, ahlaki anlamda benzer bir ilerlemeyi ne yazık ki gösterememektedir. Modern dünya, bilgiye erişimi kolaylaştırmış ancak hakikate ulaşmayı zorlaştırmıştır. Tam da bu sebeple, çağın ruhunu anlamaya çalışırken kadim değerlerimize yeniden sarılmamız gereken bir eşiğe gelmiş bulunuyoruz.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hayatı, sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için evrensel bir ahlak kılavuzudur. O, yaşadığı dönemde uğradığı hakaretlere, boykotlara, fiziksel şiddete, hatta ölüm tehditlerine rağmen öfkeyle değil, sabırla karşılık vermiştir. Kendisine yapılan her kötülüğü, affedici bir tavırla karşılayarak toplumsal dönüşümün temelini atmıştır. Medine’ye hicret ettikten sonra bile, kendisine işkence eden Mekkelilere merhametle yaklaşması, düşmanını affeden ama zulme teslim olmayan bir liderlik anlayışının en güzel örneğidir. Onun bu tutumu, adeta ahlakın ve erdemin yaşayan bir timsali olmuştur.
Peki ya bugün?
Ne yazık ki günümüzde, özellikle Avrupa’nın bazı ülkelerinde İslam’a ve onun en yüce temsilcisi Hz.Muhammed (s.a.v.)'e yönelik hakaretler ve saldırılar artarak devam etmektedir. Kuran-ı Kerim’in kamuya açık alanlarda yakılması, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e hakaret içeren karikatürler çizilmesi, tüm bunların ifade özgürlüğü kisvesi altında meşrulaştırılmaya çalışılması aslında derin bir İslamofobik yönelimin dışavurumudur.
Bu noktada, konuyu sadece dini değil, aynı zamanda sosyolojik bir bakışla da ele almak gereklidir.
İslamofobi: Modern Batı’nın kollektif sapkınlığı
Sosyolojik olarak İslamofobi, bir ötekileştirme stratejisidir. “Korkulan düşman” kavramı üzerinden kimlik inşasına dayalı bir anlayıştır bu. Batı toplumları, özellikle göç dalgalarıyla birlikte kendi kültürel üstünlük anlatısını tehdit altında hissetmeye başlamış; bu korkunun sonucu olarak da Müslümanları "tehlikeli öteki" olarak konumlandırmıştır. Özellikle 11 Eylül sonrası süreçte medya ve siyaset aracılığıyla İslam, terörle özdeşleştirilmiş, Müslümanlar potansiyel tehdit unsuru olarak sunulmuştur.
Bu durum, Batı’nın kolektif bilinçaltındaki Doğu algısının bir yansımasıdır. Edward Said’in "Oryantalizm" adlı çalışmasında belirttiği gibi, Batı için Doğu her zaman irrasyonel, geri kalmış ve egzotik bir öteki olmuştur. Bugün bu ötekilik, yerini daha tehlikeli bir forma; dini ötekileştirmeye bırakmıştır. Artık mesele sadece kültürel değil, varoluşsal bir çatışmaya indirgenmektedir.
Ancak bu durumun temelinde yalnızca Müslümanlara duyulan nefret değil, aynı zamanda Batı'nın kendi içindeki çatışmaları da yer almaktadır. Çokkültürlülük krizi, ekonomik eşitsizlik, kimlik bunalımı gibi yapısal sorunlar, dışsallaştırılmış bir düşmana yönlendirilerek bastırılmaya çalışılmaktadır. Yani bir anlamda, Müslümanlara yönelik saldırılar, Batı’nın kendi iç huzursuzluğunun dışa yansımalarıdır.
Tepkimiz ne olmalı?
Hz. Peygamber’in hayatı bize en çetin zamanlarda dahi nasıl davranmamız gerektiğini göstermektedir. O, öfkeye öfkeyle karşılık vermemiştir. Zira öfke bir ateştir; yanındakini de, sahibini de yakar. Onun yolu sabır, tebliğ, affedicilik ve yüksek ahlaktır.
Bugün bize düşen görev, bu yüksek ahlakı sadece bireysel yaşantımızda değil, kolektif tepkilerimizde de gösterebilmektir. Bizler, saldırılara karşı sessiz kalmamalı; ancak tepkimizi asla şiddetle değil, bilinçle, ahlakla ve hukuk içinde göstermeliyiz. Unutmamalıyız ki, İslam’ın mesajı zorbalıkla değil, güzellikle yayılmıştır.
Hz. Muhammed (s.a.v.)'e yapılan her hakaret, ona olan sevgimizi daha da pekiştirmelidir. Kuran yakıldıkça bizler onun rehberliğine daha sıkı sarılmalıyız. Onun sünnetini sadece sözle değil, halimizle yaşamalıyız.
Bu saldırıların sadece dini değerlere değil, aynı zamanda birlikte yaşama kültürüne de büyük zarar verdiğini unutmamalıyız. Her insanın kutsalına saygı duymak, sadece bir nezaket değil, aynı zamanda sosyal barışın da ön koşuludur. Küresel dünyada çokkültürlülük bir gerçekliktir ve bu gerçekliğe saygı göstermek her kesimin görevidir.
Bugün Hz. Peygamber'e yapılan saldırıya karşı durmak, aslında insanlığın ortak vicdanını savunmaktır. Çünkü onun örnekliği sadece bir dini figür olarak değil, evrensel bir ahlak modeli olarak insanlığa miras kalmıştır.
Ve biz biliyoruz ki;
Kinle değil, merhametle direnmek her zaman daha büyük bir güçtür.
Öfkeyle değil, vakar ve bilinçle karşı koymak, ancak hakikati savunanların yoludur.
Hz. Peygamber’in izinde, onun gibi davranarak, onun gibi severek ve affederek…
İşte bu, bizim en büyük cevabımızdır.